TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Deniz Çoban: "Ne yaparsan yap, en iyisini yap" 3.04.2009
Deniz Çoban: "Ne yaparsan yap, en iyisini yap"

Süper Lig'de bu sezon yıldızı parlayan hakemlerden biri. 32 yaşında ve beden öğretmeni. Üniversitede futbol eğitimi aldıktan sonra antrenörlük üstüne master yapmanın, eski bir 200 metre koşucusu olmanın avantajlarını hakemlikte başarıyla kullanıyor. Hıncal Uluç ile Erman Toroğlu'nun eğitici içerikli Kale Arkası programından etkilenerek hakemliğe yöneldiğini, bugünkü noktaya ulaşmasını ise hayatın her alanında kendisine ilke edindiği "en iyiyi yapma" duygusuna borçlu olduğunu anlatıyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Futbolseverler sizi daha çok bu sezon yönettiğiniz maçlarla tanımaya başladı. Özellikle de Ankaraspor-Sivasspor maçıyla iyice popüler oldunuz. Sizi biraz daha yakından tanımak amacıyla "Deniz Çoban kimdir?" diyerek başlayalım isterseniz.

13 Nisan 1977 Çorum doğumluyum, ama aslen Amasyalıyım. Amasya Anadolu Öğretmen Lisesi'ni bitirdikten sonra Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu'nu kazandım. 1995-1999 yılları arasında orada okudum. Mezun olduktan sonra beden eğitimi öğretmeni olarak Konya'ya atandım. Konya Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu'nda Antrenörlük Eğitimi Anabilim Dalı'nda master yaptım. Sene 2009 ve halen Konya'da beden eğitimi öğretmenliğini sürdürüyorum. Eşim de müzik öğretmeni. 6 yaşında Ecem isminde bir kızım, 6 aylık Hüseyin Denizhan isminde bir oğlum var.

Futbolla ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Türkiye'de erkek çocuk olup da futbola ilgisiz kalmak mümkün değil. Herkes çocukken mahalle aralarında futbol oynuyor. Benim de hevesim vardı ve yaz spor okullarına gitmeye başladım. İlkokuldayken beden eğitimi öğretmenimi çok severdim. Onun da bana katkısı oldu ve spora voleybol oynayarak başladım. Daha sonra futbola yöneldim. Okul takımlarında ve amatör takımlarda oynadım. Beden Eğitimi bölümüne atletizm branşında girdim. Sürat yeteneğim fazla olduğu için, okula girmekte kolaylık sağlayacağını düşünmüştüm. Bitirirken futbol uzmanlığından mezun oldum.

Kale Arkası'ndan etkilendim

Peki, hakem olmaya nasıl karar verdiniz?

Ülkemizde çocuklara "Ne olmak istiyorsun?" diye sorduğunuzda hiç kimse "Hakemlik" cevabını vermez. Benim de hakemlikle alakam yoktu. Hıncal Uluç'la Erman Toroğlu, Kale Arkası diye bir program yapmaya başlamışlardı. Gece geç saatlerde yayınlanıyordu ve o programın müptelasıydım. Ortaokul öğrencisiydim ve okula geç gitme pahasına geç saatlere kadar o programı izlerdim. Şimdiki spor programlarına da benzemiyordu. Daha çok futbol oyun kurallarını öğretmeye yönelik şeyler anlatılıyordu. O programı seyrettikçe oyun kurallarından bihaber olduğumu anlamaya başladım. Kural hatasından dolayı bir müsabaka tekrar edilmişti. Hakem verdiği gol kararından sonra oyunu başlama vuruşu ile başlatmış, daha sonra kararından dönerek ofsayt kararı vermişti. Ben hakemin oyun başlayana kadar verdiği karardan dönebileceğini, direkt-endirekt serbest vuruş ayrımını o programda öğrendim. Oradaki birikimimle zaten belli bir noktaya gelmiştim. Daha sonra Beden Eğitimi bölümüne başladığımda okulumuzda bir hakem kursu açıldı. "Şu kursa da katılalım" mantığıyla katıldım. İçine girdiğimde çok farklı bir dünya olduğunu gördüm. Televizyonda izlemeye alıştığımız o dönemin en flaş hakemlerinden İbrahim Aksoy, Akif Uğurdur yanımızda oturuyordu. Çok ilgi çekici gelmeye başlamıştı. Zaten içine girdiğinizde hakemlik sizi sürükleyip götürüyor. 1996'da başladım, 2000'de klasmana çıktım, son iki sezondur da Süper Lig'deyim ve bu noktaya zamanında geldiğimi düşünüyorum.

Türkiye'de 3 bin 500 civarında hakem var ama Süper Lig hakemleri belli bir sayıyla sınırlı. Siz hangi özelliklerinizle aradan sıyrılıp bu noktaya gelebildiğinizi düşünüyorsunuz?

Belki çok daha iyi hakemler vardı ama şans bana güldü. Belki doğru zamanda, doğru yerde bulundum. Ama benim bir ilkem var, hangi işi yapıyorsam yapayım en iyisini yapma gayreti içinde bulunurum. Aday hakem kursuna başlarken "Bir gün gelecek Dünya Kupası finalini yöneteceğim" gibi bir hayal kurmadım. Amatör kümede hakemlik yaparken, "Bu işin en iyisini yapmalıyım, bu derecede koşmam gerekiyorsa koşmalıyım, fiziğim en uygun biçimde olmalı" diyerek hep en iyisini nasıl yapacağım düşüncesi içinde oldum. En iyisini yaptıkça da bu noktaya kadar geldim. Manisa'da hakem oldum ve 4 yıl orada kaldım, Amasya'da klasmana çıktım. Basamakları Konya'da tırmandım. Tabii o anki konjonktür de çok önemli. Bulunduğunuz yerdeki hakem sayısı, futbol kalitesi, sizi yöneten insanların o şehre bakışı gibi konular sizin yükselişini de etkiliyor. Konya'daki amatör kümenin kalitesi de hakemliğime önemli bir katkı sağladı. Şunu da mutlaka belirtmeliyim. Şu an üst klasman hakemi olarak görev yapan Yunus Yıldırım, Koray Gencerler, Çağatay Şahan Manisa bölgesi hakemi. Aynı şekilde Denizli bölgesindeki Taner Gizlenci de Manisa'da hakemliğe başlamış ve orada uzun yıllar hakemlik yapmış birisi. Ben de hakemliğe Manisa da başladım ve temel eğitimimi orada aldım. Manisa'nın bu başarısı tesadüf olamaz herhalde.

Bir türlü gülemiyorum

Hakemlikte örnek aldığınız kişiler var mı?

Bu işe başladım andan itibaren maç izlemeyi bırakıp hakem izlemeye başladım. Hangi ligde olursa olsun hakemleri izliyorum. Her hakemin belirli özellikleri göze hoş geliyor ama bazı özellikleri de size uymayabiliyor. "Şu hakemi çok beğeniyorum" diye isim versem hem yanlış anlaşılır hem de üzerine tam oturtamam. Benim bir yapım var, görüntüm çok sert. Bir türlü gülemiyorum. Kendime gülen bir hakemi örnek alsam ve onu kendime yakıştırmaya çalışsam herhalde saçmalarım. Çünkü gülmeye çalıştığım maçlarda çok zor durumda kaldığım zamanlar oldu. Eşim de sürekli asık suratla gezmemden şikâyetçi. Ama aslında sadece görüntü böyle. Mizacım değil, görüntüm sert. Beğendiğim hakemlerin belirli özelliklerini alıp kendime bir orta yol bulmaya çalışıyorum. İzlerken zevk aldığım hakemler tabii ki var. Kiminin kart göstermesi, kiminin futbolcu üzerindeki otoritesi, kiminin oyuncuya yaklaşımı ve kiminin yer alması gibi özelliklerini beğeniyorum. Yabancı hakemler arasında en beğendiğim ise İsviçreli Massimo Busacca. Koşu stili, fiziği, yer alması ve oyuncularla diyaloğu mükemmel.

Üniversiteye girerken kullandığınız sürat yeteneğiniz hakemliğiniz için de bir avantaj olmalı.

Çok büyük avantaj. Çabukluğum ve süratim sayesinde özellikle kontra toplarda pozisyondan uzak kalmıyorum. Çabukluğum sayesinde pozisyonun içinden kolaylıkla çıkabiliyorum.

Demin sözünü ettiğiniz "sert görünüşünüz" hakemlik tarzınıza nasıl yansıyor?

9 yıldır öğretmenlik yapıyorum, bir tek öğrencime fiske vurmadım ya da kalbini kıracak bir şey yapmadım. Buna çok özen gösteririm. Ama okulda öğretmenler arasında, öğrencilerin benden çok korktuğu konuşulur. Yüzümdeki sert ifadenin bunda etkisi var herhalde. Benim nöbetçi olduğum gün, sabah öğrenciler hiçbir uyarıya gerek duymadan toplanıp sıraya girerler.

Yani saha içinde de böylesiniz ve yapacak bir şey yok, öyle mi?

Evet böyleyim. Ama değiştiremiyorum. Bu konuda beni en çok eleştiren de eşim. "Bu yüzle nasıl maç yönetiyorsun, ben futbolcu olsam sana farklı davranırım" diyor. Ancak dediğim gibi yapabileceğim bir şey de yok.

Sahadaki sözleriniz yanlış yerlere çekiliyor

Saha içinde oyuncularla nasıl diyaloglar kuruyorsunuz? Verdiğiniz kararları açıklama yolunu mu tercih edersiniz, yoksa "Kararı verdim, herkes buna uyacak" mı dersiniz?

Aslında futbolcuyla konuşmak taraftarıyım. Açıklama yapmaktan çok futbolcuyu verdiğim karara ikna etmek isterim. Ama Süper Lig'de konuştuğunuz çok iyi niyetli bir tek söz, çok farklı yerlere çekilebiliyor.

Bunun örnekleri var mı?

Tabi ki var. Birkaç örnek verebilirim ancak, takım ve futbolcu adı vermem doğru olmaz. Süper Lig'de yönettiğim bir müsabakada henüz oyunun başında öne geçen ve zaman geçirmeye yönelik hareketler yapan oyuncuya gayet iyi niyetle, kendisini oyunda tutmak ve oyunu çabuklaştırmak için, kibar bir şekilde "35. dakikada bu şekilde davranırsan 55. dakikada seni sahada tutamam, biraz çabuk oyna" dedim. Bu bir hakemin oyunu çabuklaştırmaya dönük tavrıdır. Ama iş "Hakem oyuncuyu tehdit ediyor, seni atarım diyor" noktasına geldi. Ben bir oyuncuyu neden tehdit edeyim? Yine bir müsabakada faul bekleyen bir oyuncunun itirazına, "Haklısın gördüm ama avantaj olacak diye beklerken çalamadım" dedim. O futbolcu bu sözü şöyle kullandı: "Görüyorum ama üzerimde çok büyük baskı var çalamıyorum." Bir hakemin oyuncuya böyle bir şey söylemesi mümkün mü? Tabii her maçta bir tecrübe ediniyorsunuz. Bu maçlardan sonra edindiğim tecrübe de şu oldu; ne kadar iyi niyetli olursanız olun, ne kadar kelimeleri seçerek konuşursanız konuşun, en iyisi konuşmamak. Ama bunu futbolcu ve teknik direktörler böyle istiyor. Oysa ben konuşsam belki onlara yardımcı olacağım.

Üniversitede futbol eğitimi almış olmak ve sonra da antrenörlük alanında master yapmak hakemlik için avantaj mıdır?

Elbette. Bir antrenörün psikolojisini, niye bu şekilde davrandığını, benim ona nasıl davranmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Bir kere her şeyden önce anatomiyi, fizyolojiyi, antrenman bilimini biliyorsunuz. Hakemlik yapmak için temel etken fiziki yapıysa, kendi antrenmanınızı, beslenmenizi, dinlenmenizi kendiniz planlayabiliyorsunuz. Bunun dışında futbol oyununu öğrenmiş olmak da daha büyük bir haslet.

Kamuoyu yanlış yönlendirilmemeli

Başlangıçta bir TV programını izleyerek hakem olmaya yönlendiğinizi söylemiş ve o programın farklı olduğuna vurgu yapmıştınız. Bugünkü TV programlarını nasıl buluyorsunuz? Bu programlar sizi nasıl etkiliyor?

Başta da söyledim, o günkü hakem programı insanları bilgilendirme ve eğitme amaçlıydı. İnsanları kırmadan, dökmeden bir şeyler anlatılıyordu. Bugünkü programlarda ise rencide edici sözler edilebiliyor. Ama ben yine de çok tutucu bakmıyorum. Bir hata yaptığımda o gün ekrana getiriyor, anlatıyor, yaptığım hata herkese mal ediliyor ve ben üzülüyorum. Ama bir başka maçta tribünler veya takımlardan birinin teknik direktörü ya da oyuncuları benden memnun değilken, sizi aklayan da yine o programlar oluyor. Verdiğiniz karar doğruysa, o kararın doğru olduğunu kamuoyu yine o programlardan öğreniyor. Ben özellikle kaçırmadan tamamını izlemeye gayret ediyorum. Hata yaptığımda eleştirilmeyi de kabulleniyorum. Hata yaptığım pozisyonu her açıdan görüyorum ve maç içinde neden göremediğimin muhasebesini yapıyorum. Diğer arkadaşların pozisyonlarını da aynı gözle izliyor ve benim başıma geldiğinde çözüm yolunu nasıl bulacağımı düşünüyorum. Ancak şunu belirtmeliyim. Eleştiren kişilerin halkı yanlış yönlendirmemesi ve yanlış bilgi vermemesi gerekir. Yönettiğim bir maç sonrası önemli bir kanalın bir yorumcusu, bir teknik sorumlu ile yaşadığım bir olumsuzluk için, o teknik sorumluya kırmızı kart gösterecek kadar cesaretimin olmadığını, korkak olduğumu, kendisi MHK Başkanı olsa beni uzun süre dinlendireceğini belirten yorumlar yaptı. Oysa ki FIFA ve MHK talimatlarına göre teknik sorumluya sarı ya da kırmızı kart göstererek disiplin uygulaması yapma şansınız yok. Hakem teknik sorumluya kart gösteremez, olanları raporunda yazar.

Maçı yönetirken yanlış karar verdiğinizi anladığınızda ne yapıyorsunuz?

Ben bir karar verirken ne gördüysem onu çalıyorum. Verdiğim kararın doğruluğuna inandığım için çalıyorum düdüğü. Ayrıca hakem yanlış düdükler de çalabilir. O an için kararın yanlış olduğunu anlamanız çok zor. Oyuncular bazen çok büyük tepkiler veriyorlar. Bizi baskı altına almaya çalışıyorlar. "İki çocuğumun üzerine yemin ederim penaltı değildi" diyorlar. "Bir insan böyle yemin etmez, yanlış yaptık herhalde" dediğim zamanlar da oldu. Ancak daha sonra öğreniyoruz ki o futbolcu evli değil, çocuğu da hiç olmamış. Ben henüz üst düzey maçlarda bu türden skora tesir eden hatalar yapmadım. Çok uzun süre tartışılan kararlarım olmadı. Ancak hiç unutmuyorum, üç sezon önce Bank Asya 1. Lig'de yönettiğim çok kritik bir maç vardı. Benim hiç penaltıya benzetemediğim bir pozisyonda oyuncu elini kaldırıp penaltı istedi. Bense kararımdan emin olarak autu gösterdim. Maç da TV'den canlı yayınlanıyor. Bu sırada kulübeden bana telefon gösteriyorlar. Pozisyonun penaltı olduğu konusunda kulübedekilere haber gelmiş. Zaman ilerledikçe içimde "Bir hata yaptım ki, bu telefonları gösteriyorlar" duygusu oluştu. Ama gördüğüm kararı vermiştim, içimde şüphe yoktu, bu yüzden maç sonuna kadar bir sorun yaşamadım. 90 artı 4 oynanırken, penaltısını vermediğim takım 1-0 önde. Diğer takım bir korner kullandı, defans oyuncusu topu uçarak kendi kalesine gönderdi. Tabii sahadan zor çıktık. Soyunma odasına gittim, penaltıyı vermediğimi orada öğrendim. Tabii ki hata yaptığınızı anladığınızda aklınız o hataya gitmesi doğal. Ama aklınızı oradan ne kadar alabilirseniz hakemlikte o kadar başarılı oluyorsunuz.

Önemli olan ekibin başarısı

Hakemin yardımcılarıyla diyaloğu da önemli. Bazı hakemler yardımcılarına daha fazla sorumluluk yüklerken, bazıları da "İşime fazla karışma" diyebiliyor. Sizin yardımcılarınızla ilişkileriniz nasıl?

Eğer sahaya çıkmışsak, orada yaşanan tüm olumsuzlukları tespit etmemiz gerekiyor. Kimin tespit ettiğinin de bir önemi yok. "Ben göreceğim, ben yapacağım, ben karar vereceğim" diye yardımcı hakemlerime baskı kurmam. Memorandum yaparken "Arkadaşlar önemli olan ekibin başarısıdır, 90 dakika boyunca sahada tespit ettiğiniz olumsuz ne varsa bana iletin, kararı kimin verdiği değil, doğruluğu önemlidir" derim. Yardımcılarımdan telsizle gelen uyarıların motivasyonumu hiç bozmaması da benim için önemli bir avantaj. Bu sezon yönettiğim bir müsabakada bana göre direkt kırmızı kart göstermem gereken bir ihlâl oldu ama yardımcı hakemim ısrarla sarı kart göstermem gerektiğini söyledi. Onun bakış açısı daha net olmasına rağmen benim fikrim böyleydi ve oyuncuyu ihraç ettim. Sonradan görüntülere göre doğru yaptığım da anlaşıldı. Benim gördüğüm pozisyonda yardımcı hakemimin farklı fikirde olması ve bana iletmesi, kararımı değiştiremedi. Eğer değiştirirse bu tehlikeli olur.

Hakemler hem kulüp yöneticileri hem de medya tarafından yoğun biçimde eleştiriliyor ve dolayısıyla da baskı altında tutuluyor. Siz bu baskıyla nasıl baş edebiliyorsunuz?

Bunun için özel bir çalışma yapmıyorum. Ama seminerlerimizde baskıyla başa çıkma konusunda eğitimler alıyoruz. MHK'nın bu sene çok faydalı olduğunu düşündüğüm bir uygulaması var. Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Yrd. Doç. Dr. Serdar Terekli, psikolojik danışmanlığımızı yapıyor. Sayın Terekli bizimle gerek telefonla görüşerek, gerekse müsabakalarımıza gelip öncesi ve sonrasında konuşup, muhtemel olumsuzluklar karşısında neler yapabileceğimizi anlatarak bize çok büyük destek sağlıyor. Onun konuşmalarının ardından müthiş bir şekilde rahatladığımı ve güvenimin arttığını söyleyebilirim.

Süper Lig hakemi olduktan sonra hayatınızda neler değişti? Olumlu ya da olumsuz neler yaşıyorsunuz?

Değişikliklerin çoğu insanın hoşuna giden cinsten. Tanınıyor olmak herkesin isteyeceği bir şey. Bundan mutlu oluyorsunuz. Bir devlet dairesine gittiğinizde tanınıyor olmaktan dolayı işleriniz çok daha çabuk yürüyor. İnsanlar daha farklı yaklaşıyor. Yolda görüp fotoğraf çektirmek isteyenler oluyor. Eşinizle, çocuğunuzla bir yere gittiğinizde gösterilen özel ilgiden mutlu oluyorsunuz. Ancak bir gerçek var ki, Türkiye'de hakem olmak, hele hele en üst ligde hakem olmak çok zor. Yönettiğiniz bir müsabakanın 16 kamerayla izlendiği, her karesinin ayrı ayrı değerlendirildiği, acımasızca eleştirilerin olduğu bir ortamda maç yönetmek başlı başına bir zorluk. Stresi tek başınıza yaşamıyorsunuz. Tüm aileniz yapılan eleştirilerden ve olumsuzluklardan etkileniyor. Örneğin hakkımda olumsuz bir şey söylendiğinde ya da yazıldığında eşim benden daha çok üzülüyor. Bu defa ben onun moralini düzeltmeye çalışıyorum.

"Keşke hakem olmasaydım" demiştim!

Peki, "Nereden hakem oldum, keşke bu işi yapmasaydım" gibi bir noktaya hiç geldiniz mi?

Bunu hakemliğimin ilk yılında yaşamıştım. Manisa'da amatör hakemlik yaparken, şehre oldukça uzak olan Köprübaşı ilçesinde bir maç aldım. O dönemde öğrenciyim ve cebimde fazla para yoktu. Maça gittim ama dönüş için param yetmedi. Salihli'ye kadar geldim. Bu sırada önümde bir otobüs durdu, İzmir'e gidiyormuş. "Beni şu kadar paraya Turgutlu'ya kadar götürür müsünüz?" diye sordum. Kabul edince otobüse bindim. Manisa yol ayrımında ineceğimi söyledim. Niyetim oradan Manisa'ya kadar otostopla gitmekti. Ama muavin şoföre söylemeyi unutunca kavşağı bayağı geçtik. Yol üzerinde inmek isteyince şoför, "Bornova'ya kadar götüreyim, oradan başka bir araca binersiniz" dedi. Bornova'da, ıssız bir yerde indiğimde saat 22.30 olmuştu. O saatte otostop çekseniz kim alır? Cebimde beş para yok. Bu sırada sigarasını yakmış, bana yaklaşan bir adam gördüm. Hırsız mıdır, uğursuz mudur diye yavaş yavaş uzaklaşmaya başladım. Bana yetişti ve "Hemşerim niye kaçıyorsun?" diye sordu. "Bu ıssız yerde, bu saatte kaçmayacağım da ne yapacağım?" cevabını verdim. Meğerse adam benim bir sıkıntım olduğunu anlamış, yardım etmeye gelmiş. Paramın olmadığını öğrenince, "Benim otobüsüm var, yola çıktı geliyor. Onunla Manisa'ya kadar gidersin" dedi. Sağ olsun onun sayesinde Manisa'ya ulaştım. Otogardan evime de 1 saat yürüdüm. 20 saat sonra evime girdiğimde, "Ben nereden bu hakemlik işine girdim" dedim. Ama buna rağmen hakemliğe devam ettim. Bu olayı hiç unutamam. Hakem kurslarına beni de çağırırlar ve orada bu olayı anlatıp, "Bir zorluk yaşadığınızda bırakıp kaçmayın. Ben aç, susuz, parasız böyle bir hadise yaşadım ama hakemlik sevgisi ağır bastı ve yola devam ettim" derim.

Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?

Otelden ayrılmadan önce mutlaka eşimi arayıp konuşurum, kızımın sesini duyarım. Dua etmeden maça çıkmam. Bu arada uğur niyetine değil ama maçlara aynı malzemeyle çıkarım. Aynı düdük, aynı sarı ve kırmızı kartları kullanırım. İki düdüğüm var, biri daha hiç çalınmamıştır. Saatimi de değiştirmem.

Hakemlikte bundan sonraki hedefleriniz neler?

İlk başladığım gün, "Her şeyin en iyisi yapmak istiyorum" diyordum, bugün de aynı şeyi söylüyorum. Hedefler hiç bitmez. Hakem derbi yönetmek, FIFA kokartı takmak, oradaki klasmanlarda yükselmek ister. Ama şu an için benim içimdeki duygu, Türkiye'nin kabul ettiği, futbolcuların, antrenörlerin, yöneticilerin, spor kamuoyunun inandığı, güvendiği, hata yaptığım zaman altında hiçbir maksat aramadığı hakem olma isteği. Bunu başarmak benim için çok daha önemli. Bunu başarırsam zaten daha ileriye gideceğimi düşünüyorum.

İngilizceniz nasıl?

Anadolu Öğretmen Lisesi mezunuyum, 4 yıl İngilizce okudum. Master yaparken yine 1 sene hazırlık okudum. Halen de İngilizce kursuna devam ediyorum.

Peki, futbolun dışındaki hayatınızda neler var?

Sporun her branşıyla ilgileniyorum. Arkadaşlarımla basketbol ve masa tenisi oynuyorum. Müzik dinliyorum. Müzik öğretmeni olan eşimin de bu konuda büyük katkısı var. İki çocuğuma vakit ayırmaya, eşim dostumla görüşmeye çalışıyorum. Bir yandan da öğretmenlik oldukça vakit alıyor. Öğretmenlik mesleğini çok severek yapıyorum,"Hakemlikten dolayı işini gevşetiyor" imajını vermemek için öğretmenliğe daha da özen gösteriyorum.