TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
İlker Meral: "Kontrolü kaybeden hakem biter" 2.03.2009
İlker Meral: "Kontrolü kaybeden hakem biter"

Süper Lig sahnesinde bu sezon boy gösteriyor. Balıkesir'in Savaştepe ilçesinden, alt liglerde tırnaklarıyla kazıya kazıya bu düzeye ulaştı. Eczacılık yapıyor, masa tenisi ve basketbol oynamayı seviyor, org çalıyor. "Maç içerisinde bir hata yaptığınızı anladığınız vakit, o hatayı düzeltmek için bir girişimde bulunmuyorsanız büyük hakemsiniz" ilkesini kendisine düstur edinmiş. Hatalı penaltı vermenin ya da yanlış bir oyuncuya kırmızı kart göstermenin doğal olduğunu söylüyor ve "Kontrolünüzü kaybederseniz bitersiniz. Kontrolü kaybetmek, farkına vardığınız bir hatanın ardından sizin standardınıza uymayan kararlar vermektir. Bu asla kabul edilemez" diyor.

Röportaj: Mazlum Uluç

Futbolseverler sizi daha çok bu sezon yönettiğiniz maçlarla tanımaya başladı. Maksadımız saha içindeki İlker Meral'in yanı sıra insan İlker Meral'i de tanımak. Öncelikle kısa hayat hikâyenizi öğrenerek başlayabilir miyiz?

1971 yılında, öğretmen olan anne-babamın ilk görev yeri olan Manisa Akhisar'da doğdum. 7 yaşıma kadar Balıkesir Savaştepe'deki babaannemin yanında büyüdüm. Anne-babam Akhisar-Savaştepe arasında gidip gelerek beni görüyorlardı. Annemin rahatsızlığı sebebiyle tek çocuk olarak kaldım. Savaştepe Anadolu Öğretmen Lisesi'nin ardından Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi'ni bitirdim. Eskişehir'de yedek subay olarak askerliğimi yaptım ve hakemliğe de orada adım attım.

Futbolla ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Lise dönemlerimde Savaştepe'de amatör takımda oynuyordum. Sonra Balıkesir'de oynamaya başladım. Üniversiteyi kazandıktan sonra da üç sezon hem Altay ve Göztepe'nin altyapılarında hem de Ege Üniversitesi takımında oynamayı sürdürdüm. Ama dersler ağırlaşınca futbolculuğu bıraktım. Orta saha ve sol açık oynuyordum.

Peki, hakemlikle nasıl buluştunuz?

Babam Ezel Meral ve dayım Salim Coşansu eski hakemler. 3. Lig düzeyinde hakemlik yapmışlar. Onların maçlarına gittiğimde seyirci olarak babama da dayıma da çok kızdığım oldu. Bunlar bir anı olarak kaldı tabii. Hakemlik bir yerime işlemiş ki, Eskişehir'de bir kurs açılınca kaydoldum. Sonra kaydımı Balıkesir'e aldırdım. Uzun yıllar amatör kümede kaldım, profesyonel lige çıkmak biraz zamanımı aldı. O dönemde MHK'lar çok kısa sürelerde değişiyordu. Bir de bakir bir bölgedeydim. Balıkesir hakemlik açısından adını çok duyuran bir şehir değil ama hakemlik kalitesi ve potansiyeli iyi olan illerden bir tanesi. Balıkesir'in amatör kümesi geçekten çok çetin bir amatör küme. Birçok 2. Lig kulübünün üzerinde bütçelere sahip takımlar var. Dolayısıyla bu tip takımların maçlarını yönettiğiniz vakit ciddi anlamda eğitim kazanıyorsunuz.

37 yaşınızı geride bıraktınız. Kendinizi Süper Lig'e geç gelmiş gibi hissediyor musunuz?

Bugünkü MHK'nın bakışı, hakemlikte yaşın oturması gerektiği yönünde. Bundan önceki MHK'lar ise 23-25'li yaşların hakemlik açısından daha iyi olduğunu düşünüyordu. Bence bir optimum yaş olmalı. Oyuncularla ilişki, oyunu yorumlamak ve pişerek gelmek açısından belirli bir yaşa ulaşmak gerekiyor. Ama yaşın çok da geçmesi bir handikap. 40'lı yaşlarda Süper Lig'de yıpranmamış hakem kalmıyor. Dolayısıyla yıpranmadan ve optimum seviyede bu işe başlamak için erken başlayıp çabuk yol almak lâzım.

Hakemlikte örnek aldığınız kişiler var mı?

Türk hakemlerden isim vermem yanlış anlaşılabilir. Ama yabancı hakemlerden isim verebilirim. İnsan kendisinde olmayan özellikleri bir hakemde gördüğü zaman çok beğenir ya, benim için de İsviçreli Massimo Busacca böyle bir hakem. Bütün maçlarını izlerim. Bırakanlardan da Portekizli Melo Pereira'yı çok beğenirdim. Koşu stilleri çok hoşuma gider. İnce yapılıdırlar.

"İnsan kendinde olmayan özellikleri beğenir" dediniz ya, onlarda olup da sizde olmayan nedir?

Mesela benim kısa deparlarım çok iyi değildir. Bu hakemler ise çok pratik ve seridir. Bu özellikleri çok hoşuma gider.

Hakemlikte sertlik çözüm değil

Bir de hakemlik tavrı var. Sert hakem, güler yüzlü hakem gibi. Siz kendinizi hangi kategoride görüyorsunuz?

Ben sertlikle bir şeyin hallolabileceğini düşünmüyorum. Sonuçta her ne kadar efor sarf ettiklerinde bambaşka kişiliklere bürünseler de karşımızdakiler birer insan. Bizden bir karar sonrası açıklama beklediklerinde, eğer benim için de uygunsa o açıklamayı net biçimde yaparım. Ama açıklamayacağım bir durumsa da bunu sertlikle değil de o anki durumun gerektirdiği üslupla ifade ederim. Üzerimde bir baskı kurdurmamak için elimden geleni yaparım.

"Benim için uygunsa", ne manaya geliyor?

Her pozisyonu oyuncuya açıklayamazsınız. O zaman sahada açık oturum olur. Ama açıklayabileceğiniz, ana hatlarıyla belirtebileceğiniz şeyler vardır. "Ben şöyle gördüm" demek bile oyuncuyu rahatlatır. Hiçbir zaman "Kes, bu benim kararım" gibi bir yaklaşım benim tarzım değil.

Sizin maç içinde tek açıdan görüp çok kısa sürede verdiğiniz kararlar, TV ekranlarında farklı açılardan yapılan çekimlerle ve yavaşlatılmış gösterimlerle tartışılıyor. Üstelik bu tartışmaların sonunda da ortak bir kararda buluşulamıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önemli olan hakemin maçı bitirdikten sonra yatağına yattığı zaman rahat uyuyup uyuyamaması. Gerisi bir yere kadar sizi etkileyebiliyor. Belki kamuoyu sizi farklı tanıyor ama insanın bir tane vicdanı var. Yattığınız zaman rahat uyuyabiliyor musunuz ya da bu kararı düşündüğünüz zaman hakikaten "Burada hatalı olabilirim" diyebiliyor musunuz, önemli olan bu.

Yanlış karar verdiğinizi anladığınızda ne yapıyorsunuz?

Yine altını çizeceğim bir şey var; bilerek yanlış yapıyorsanız bu çok kötü bir durum. Ama bilmeyerek yaptığınız zaman bunun ismi hata olur. Hata insan için ve herkes tarafından yapılabilir. Şampiyonlar Ligi maçlarında da bir sürü hatalı karar görüyoruz. O hakemler de doğru yaptıklarını düşünerek bu kararı veriyor ancak sonuçta yanlış çıkıyor. Bu hatalar tamamen kameranın gözüyle görememekten kaynaklanıyor. Ama önümüzdeki yıllarda çok daha az hatalarla bu işi yürüteceğimizi düşünüyorum. Çünkü hem ilgi hem de bilgi anlamında gerekli donanıma sahip bir hakem nesli geliyor.

Bir maça nasıl hazırlanıyorsunuz?

Bu zamana kadar hep yükselme aşamasında olduğum için tatil nedir bilmedim. Yaz döneminde de hep fiziksel ve mental uygunluğumu sağlamak için idmanlarımı yaptım. Ancak Süper Lig hata götürebilir bir lig değil. Herkes kesinlikle sorumluluğunun bilincinde olmalı. Takımlar çok yüksek paralar harcıyor ve üst düzey performans sergiliyor. Böyle bir durumda hakem hatalarından kaynaklanan puan kayıpları hem kaybeden takım hem de bizim için çok büyük bir risk. Hata oranını minimuma indirmek için özellikle fiziksel anlamda çok güçlü olmalıyız. Çünkü Turkcell Süper Lig artık 1970'lerin ligi değil. Futbol çok hızlı. Çok doğru ve çok hızlı düşünmeniz gerekiyor. Bu hıza ayak uyduramayan insanın bu ligde yeri yok. Fiziki olarak çok iyi olacaksınız. Mental olarak çok iyi olacaksınız. Ne fazla ne de az konsantrasyon. Hakem, "Beni ne bozuyor ya da ne eksik bırakıyor"u bilmeli. Bazıları çok fazla spor programı izler, bazıları hiç izlemez. Ama kişi kendisinin optimumunu bilir. Ben genellikle Avrupa düzeyindeki maçlardan kendime mihenkler alıyorum. Futbolun ruhu, durumu, görüşü, duruşu bir. Avrupa'yı baz alıyorum çünkü burada yaptığınız hatalar orada hata olmaktan çıkıyor. Oyunu yönlendirme açısından yaptığınız girişimler futbol adına bir artıdır. Bir tek şeyi kaybetmemek lazım, o çok önemli. Yanlış penaltı verebilirsiniz, yanlış oyuncuyu atabilirsiniz ama oyunun kontrolünü kaybetmeyeceksiniz. Oyunun kontrolünü kaybettiğiniz vakit her şeyiniz sorgulanıyor. Hakemlik mantaliteniz, geçmişiniz, hakemlik birikiminiz didik didik ediliyor. Hep şunu söylüyorum, yanlış karar verebilirsiniz. Bu tabii ki kötüdür ama yanlış kararı telafiye kalkışmak hakemliği bitiren bir şeydir. İnşallah Allah bana böyle bir şey nasip etmez.

Hauge örneğini unutamam

Telafi etmeye gitmekten söz edince, hakemin öncelikle yanlış karar verdiğini saha içinde anlamış olması gerekiyor, öyle değil mi?

Bazı kareler öyledir. Gerek futbolcunun yaklaşımından, gerek tribünün tepkilerinden hakem yanlış karar verdiğini anlayabilir. Bununla ilgili çok ciddi bir örneğim var. Kendi memorandumlarında da bunu konuşurum. Oradaki hakemin duruşunu kendime örnek aldım. 2005 yılının Şampiyonlar Ligi finalindeki Barcelona-Arsenal maçıydı ve hakem de Norveçli Terje Hauge'ydi. O gün performansı iyiydi ama bir pozisyonda düştü. Maç 0-0 giderken Arsenal kalecisi Lehmann ceza sahası dışında faulle bir oyuncuyu durdurdu. Bariz gol şansıydı ve kırmızı kart gerekiyordu. Ancak hemen devamında çok güzel bir avantaj vardı. Çünkü top Arsenal kalesine girmek üzereydi. Fakat Hauge düdüğünü çaldı ve oyunu durdurdu. Herkes hakemin başına toplandı. Barcelonalılar neden avantajı kestiğini sorguluyor, Arsenalliler ise Lehmann'a gösterilen kırmızı karta itiraz ediyordu. Hakemin siluetini gördüğümde maçı bırakıp gitmek istediğini net biçimde hissettim. Boncuk boncuk terliyor, oyunculara bir şeyleri izah etmeye çalışıyor ama kafası hep o pozisyonda kalmış durumda. O an yanlış yaptığını anladı. Avantajı uygulayıp golü vermesi ve Lehmann'ı da oyunda bırakması gerekiyordu. Günümüz futbolunda bir takımı eksik bırakmamak önemli bir mihenk. Derbilerde de görüyoruz, bir takımın eksik kalması oyunun balansını tamamen bozuyor. Bu gördüklerimi "Eğer ben veya bizden birisi olsaydı, bu maçın ikinci yarısında işi çok zordu. O kadar kötü kareler bizi bekliyordu ki" diye değerlendirdim. Ama 90 dakika bittiğinde Hauge'nin tek olumsuz karesi o pozisyondu. O pozisyonu unuttu ve orada bıraktı. Maçın sonunda iki takımın oyuncuları ve teknik heyeti hakemi tebrik etti. Hauge de halen hakemliğe devam ediyor. Buradan çıkardığım ders şu; eğer maç içerisinde bir hata yaptığınızı anladığınız vakit, o hatayı düzeltmek için bir girişimde bulunmuyorsanız büyük hakemsiniz. Hatayı herkes yapıyor çünkü.

Kontrolü kaybetmemekten maksadınız bu mu?

Evet bu. Kontrolü kaybetmek, yaptığınız ve farkına vardığınız bir hatanın ardından sizin standardınıza uymayan kararlar vermektir. Bu da asla kabul edilemez bir tutumdur.

Kartlar ucuz çıkmamalı

Demin söylediğiniz bir şey var, yanlış anlaşılmaması için açmak istiyorum. Bazı yorumcular "Böyle bir derbide de bu kart gösterilir mi?" gibi cümleler kuruyor. Siz de bir takımı eksik bırakmamanın öneminden söz ettiniz. Kart standardını maçın önemine göre mi belirlemek gerekir yani?

Hayır, hayır, kural neyse o uygulanır. Benim söylemek istediğim başka bir şey. Tabii ki FIFA'nın ve MHK'nın talimatları hakemler için bir düsturdur. Asla kuralı kendinize göre ya da Ahmet'e, Mehmet'e göre yorumlayamazsınız. Ama şöyle de bir değerlendirme yapıyorum. Bir oyuncuyu bariz gol şansından dolayı ihraç ediyorsanız tabii ki ihraç edeceksiniz. Bu talimatların emrettiği bir şey. Ancak Türk hakemliğinin kart standardı biraz düşük. Otoritemizi kartla sağlama yoluna gidiyoruz. Dolayısıyla ikinci sarı kartlardan çok fazla kırmızı kart çıkıyor. Televizyonlarda hep tartışılan bir şey var, "Bu adam atıldı, ikinci sarı kartı doğru, ama bir de ilk sarı kartına bakalım…" Böyle olduğu zaman bu karelerin hepsinin doğru olması gerekiyor. Yani ucuz kart gösterilmemesi lâzım. Bakın, direkt kırmızı kartlar o kadar tartışılmıyor. Çünkü insanlar "Acaba bizim göremediğimiz ya da duyamadığımız bir şey mi var?" diye düşünüyor. Ama sarı kartlar eleştiriliyor. Dolayısıyla eleştiriye maruz kaldığınız yönü daha minimize etmeniz lâzım. Gösterdiğiniz sarı kartın kamuoyuna da "Gerçekten hak etmiş" imajını vermesi lâzım ki, oyunun balansını kaybetmeyelim.

15 yıldır hakemlik yapıyorsunuz ama Süper Lig'de bu sezon kendinizi göstermeye başladınız. Sizi kim keşfetti?

Benim böyle bir durumum söz konusu değil. Amatör liglerde 5 sezon geçirdim. Ondan sonra 2 sezon 3. Lig'de, 5 sezon da 2. Lig'de kaldım. Aşağıda çok sayıda maç yöneterek Süper Lig'e geldim. Genç hakem arkadaşlarımız hep her sezon bir kademe çıkarak Süper Lig'e yükselmeyi hayal ediyor. Hakemlikte böyle bir sıçrama olduğu zaman tepe noktasında duruşunuz azalıyor. Sanatçılık gibi değerlendirmek lâzım. Sindire sindire çıkıyorsanız yukarıda daha donanımlı oluyorsunuz. Orada kalış sürenizi medyada kabul görmeniz, hata oranınızın az olması, aynı karelere aynı disiplin cezalarını uygulamanız belirliyor. Süper Lig kariyerinizi aldıktan sonra yönettiğiniz maçlardaki kareleriniz, sonuna kadar sizinle birlikte gidiyor. Hani bilgisayar tekniğinde kes, kopyala, yapıştır gibi, "Şu maçta şunu yapmıştı ama burada yapmadı" deniliyor. Bu aslında insanın karakterini de yansıtan bir şey. Allah bu karakteri bozdurmasın. İnşallah bütün maçlarımda aynı görüntümü sürdürürüm.

Hakemler hem kulüp yöneticileri hem de medya tarafından yoğun biçimde eleştiriliyor ve dolayısıyla da baskı altında tutuluyor. Siz bu baskıyla nasıl baş edebiliyorsunuz?

Herkesin hakemlik dışında bir hayatı var. Kimi bilgisayarla oynanır, kimi farklı bir sporla uğraşır. Ben ilaç işiyle uğraştığım için, ilaca ihtiyacı olanlar genellikle yaşlı ve ilgiye muhtaç insanlar. Büyüklerimden hep bana dua etmelerini isterim ve buna inanırım. Babaannem de benim için mental rahatlık sebebi. Hiçbir şeyi kafama takmadan, onun hayır duasını alarak maçlara giderim. Bugüne kadar çok sıkıntılı karelerle karşılaşmadım ve yoğun bir medya baskısını üzerimde hissetmedim. 7 bin nüfuslu bir ilçede yaşıyorum ve oranın üç eczacısından birisiyim. Sevenim de var sevmeyenim de. Farklı takımları tutan insanlar var. Gelip bir şeyler konuşuyorlar ama bunların dostane olduğunu biliyorum. Dolayısıyla üzerimde baskı unsuru olan şeyleri iyi niyet, ilgi ve duayla bertaraf ediyorum.

Sivok'u attım, müşterimi kaybettim!

Müşterileriniz eczaneye geldiğinde futbolla ilgili sohbetlerde yaşadığınız ilginç anılar var mı?

15 senedir eczacılık yapıyorum ve köylerden gelen 10 yıllık bir müşterim var. 60-65 yaşlarında bir büyüğüm. Yönettiğim Beşiktaş maçının ardından eczaneye gelip "Ben senin kaç yıllık müşterinim?" diye sordu. "10 yıllık müşterimsin" dedim. "Arkadaş, Sivok'u niye attın? Bu adam sana ne yaptı da attın? Bir daha ne dükkânına geleceğim ne de ilaç alacağım" dedi. O anda şaka yaptığını düşünmüştüm. Ama o maçı yöneteli neredeyse 3 ay oldu, bir daha eczaneme uğramadı.

Küçük bir yerde yaşamak ve tanınmış olmak size olumlu-olumsuz neler getiriyor?

Karşımdaki insana hakemliğin hafta sonumu değerlendirebileceğim renkli bir iş olduğu imajını veriyorum ama Turkcell Süper Lig'de hakemlik yapmaya başladığımdan beri durum tam anlamıyla böyle değil. Tamam, çok büyük keyif alıyoruz, farklı bir damak tadı ama hem mental hem de fiziksel yeterlilik sağlamak adına yaptığımız işler bayağı bir zaman alıyor. Ben haftada 4-5 gün koşan bir insanım. İdmanlarım 2'şer saat sürüyor. Eğer hakem olmasanız asla yapmayacağınız bir şey bu. Yiyeceğinizi ona göre yiyorsunuz, bir yere gidecekseniz onu da antrenman programınıza göre ayarlıyorsunuz. Arabamın arkasında mutlaka şortum ve ayakkabım bulunur. Bir de en az benim kadar atletik bir köpeğim var. Koşmaya onunla birlikte gidiyorum. Başlangıçta Savaştepe'de koşan tek adam bendim ve "İlçenin delisi" diyorlardı. Şimdi benimle birlikte koşmaya giden en az dört tane bayan var. Yani ilçede koşma faaliyetini canlandırdığımı söyleyebilirim.

Eşinizle nişanlı olduğunuz dönemde onu görebilmek için uzun seyahatler yaptığınızı duymuştum. Bu konuyu açar mısınız biraz?

Ben İzmir'de, o da Samsun'da okuyordu. Sabah otobüse biner, ertesi sabah Samsun'da olurdum. Mesafe 1023 kilometre. Saat 8'de otobüs terminalde olurdu. 9'a kadar görüşebilirdik, çünkü 9.30'da derse girerdi. Ben de 9.15 otobüsüyle İzmir'e döner, ertesi günkü laboratuar dersime yetişirdim. Bu seyahati en az 10 kere yaptım. Sonra evlendik, 11 yıllık mutlu bir evliliğim ve 10 yaşında Arda isminde bir oğlum var.

Oğlunuzun hakem olmasını ister misiniz?

İsterim elbette. Zaten benim eski hakem elbiselerimi giyiyor, sağa-sola kart gösteriyor. Hakemlikle bayağı ilgili.

Yani hakem olduğunuza pişman değilsiniz. Peki, bu kadar yoğun eleştirilerin yaşandığı bir ortamda bazen, "Nereden girdim bu işe?" dediğiniz olmuyor mu hiç? Sonuçta zaman zaman binlerce insan koro halinde size küfür ediyor.

Bence bunun da insana kattığı bir şey var. Bir şeylerden ders almak zorundayız. Olmasa tabii ki daha iyi ama küfür de insan için. Olduğu takdirde de seyircilere tek tek "Ben öyle değilim" diye izah etmek gibi bir durumunuz yok. Bunu ancak yaptığınız icraatla algılatabilirsiniz.

Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?

Herhangi bir batıl inancım yok ama dua etmeden maça çıkmam.

Hakemlikte bundan sonraki hedefleriniz neler?

Süper Lig'de kalıcı olmak çok önemli. Marka olmak da önemli. Şu anda marka olmayı başarmış 10 arkadaş sayabilirim. Bu isimlerden biri olmak ve adımın kesinlikle şaibeyle anılmamasını sağlamak istiyorum. FIFA kokartı takmak da önemli ama ondan önce kalıcılık, marka olmak ve şaibeyle aynı karede yer almamak geliyor.

Peki, futbolun dışındaki hayatınızda neler var?

Masa tenisi oynamayı seviyorum. Hem yağ yakması hem de refleks kazandırması açısından önemli bir spor. Kıvraklık açısından da basketbol oynuyorum. Sağ olsun, mezun olduğum okulun müdürü spor salonundan faydalanma konusunda kolaylık sağlıyor. Kendi çapımda org çalıyorum. Eşim kadar olmasa da kitap okumaya çalışıyorum. Az okuyan biri olarak, okuyanla okumayanın bir olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Olaylara yaklaşımınızın, karşınızdakini anlamanızın okumanızla direkt ilişkisi olduğunu düşünüyorum ve bu konuda ilerleme kaydetmeye kararlıyım.