TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ekrem Hayyam Dağ: "Sahaya yüreğimi koyarım" 2.02.2009
Ekrem Hayyam Dağ: "Sahaya yüreğimi koyarım"

Mardin-Graz hattında doğup büyüdü, futbol topuyla gurbet ellerde tanıştı. Avusturya'nın o dönemdeki en iyi takımı Sturm Graz'ın A takımında 5 sezon oynadıktan sonra Gaziantepspor'a transfer oldu. Büyük takım hayaline, 28 yaşında Beşiktaş formasıyla kavuştu. Sahanın neresinde oynatılırsa oynatılsın, terinin son damlasına kadar işinin hakkını veren bir görev adamı. Futbolu sadece beyni, ayakları, ciğeriyle değil, yüreğiyle de oynuyor. Bu yüzden kısa sürede tribünlerin sevgilisi oldu. Ağzıyla değil, gözlerinin içiyle gülen, "Allah böyle oyuncuların gönlüne göre versin" dedirten bir yanı olduğunu da eklemeden geçmemek gerek.

Röportaj: Mazlum Uluç

Mardin doğumlusun ama futbola Avusturya'da başladığını biliyoruz. İstersen Mardin'deki hayatının ilk bölümünden başlayalım konuşmaya.

Altı çocuklu bir ailenin ferdiyim. 1980 doğumluyum. 1989'da Mardin'den Avusturya'ya göç ettik. Asıl niyetimiz Almanya'ya gitmekti ama Avusturya'da kaldık. O dönemde Mardin'deki şartlar çok iyi değildi, bu nedenle ailem işçi olarak Avusturya'ya göç etti. Ben ailenin üç numaralı çocuğuyum.

Avusturya'ya gittiğinizde hayatınızda neler değişti?

Orada daha iyi şartlar vardı. Hem okul hayatım hem de futbol kariyerim için Avusturya'ya gitmem çok yararlı oldu. Mardin'de kalsaydık belki bugünkü konumumda olamayacaktım.

Bambaşka bir ülkede yaşamak kolay olmasa gerek.

Elbette bazı sıkıntılar vardır ama eğer çocuksanız ortama alışmanız kolay oluyor. Zorluğu annemiz, babamız çekti. Çocuklar ne yapar ki? Mardin'de de olsanız, Avusturya'da da yaşasanız o yaşta sadece oyun oynarsınız.

Okul takımında keşfedildim

Avusturya'da futbola nasıl başladın?

Babam beni okula yazdırmıştı. Önce okul takımlarında oynamaya başladım. Orada şampiyonluklar yaşadım ve gol kralı oldum. O turnuvalarda beni izleyip beğenen Leibnitz takımına transfer oldum. Bir sene sonra da Sturm Graz beni transfer etti. O sırada 14 yaşındaydım. Bu arada iyi oyuncuların seçildiği bölgesel takımda da yer alıyordum. Orada farklı bir sistem var. Bölgenin yetenekli oyuncularını toplayıp özel antrenörler eşliğinde her gün eğitim veriyorlar.

Sturm Graz'daki yıllarının sana neler kazandırdığını düşünüyorsun?

Benim için çok güzel ve faydalı günlerdi. Orada futbolcu oldum, televizyonlara çıktım, insanlar beni tanımaya başladı. Altyapının ardından A takıma yükseldim ve 5 sezon oynadım. Tabii öyle bir takımda A takıma yükselmek de kolay değildi. Çünkü Sturm Graz'ın Türk futbolseverlerin de yakından hatırlayacağı gibi Galatasaray'la Şampiyonlar Ligi'nde aynı gruptan yer alıp üst turlara yükseldiği dönemlerdi. Sturm Graz o yıllarda Avusturya'nın 1 numaralı takımıydı.

Ailen futbolcu olmana nasıl baktı?

Babam bana hep destek oldu, bu desteğini halen de sürdürüyor. Zaten onun hedefi benim futbolcu olmamdı. Futbolu çok seviyor. Onun için de benim futbolcu olma sürecimde verdiği katkı bir tür eğlence gibiydi. Maçlarıma gelip stres atardı. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Bütün Avusturya'yı onunla birlikte gezdim. Şimdi bile İstanbul'da benim yanımda, maçlarımı izliyor.

Bu süreç içinde eğitimini nereye kadar devam ettirdin?

Liseyi bitirdim. Zaten ondan sonra da Sturm Graz'a giderek futbolcu oldum. Futbolcu olmak en büyük arzumdu. Sturm Graz'da oynayamasam da futbolu bırakmazdım açıkçası. Dördüncü ligde bile olsa futbol oynamayı sürdürürdüm. İnsanın sevdiği bir şeyi meslek olarak yapması kadar güzel bir şey olamaz çünkü.

Türkiye'ye transferin nasıl gerçekleşti?

Sturm Graz'la sözleşmem bitmeden 4-5 ay önce Gaziantepspor beni istedi. O dönemde kulüp yönetiminde bulunan Asım Atmaz transferimi gerçekleştirdi. Maçlarıma gelip beni beğenmişlerdi. Denizlispor ve Gençlerbirliği de benimle ilgilenmişti ama Gaziantepspor bu konuda çok ciddiydi.

Neden Avusturya'da devam etmeyi düşünmedin de Türkiye'ye gelmeyi tercih ettin?

Babamın hayali Türkiye'de büyük bir takımda futbol oynamamdı. Ben de böyle düşünüyordum. Bunun da yolu Turkcell Süper Lig'de iyi bir takımda oynamaktan geçiyordu. Gaziantepspor'u genellikle büyük takımlara oyuncu veren bir kulüp olduğu için tercih ettim.

Hedeflerim her zaman büyüktü

Yani Gaziantepspor senin için bir sıçrama tahtası gibiydi.

Sıçrama tahtası demeyelim de oraya geldiğimde kafamda daha büyük hedeflerim vardı. Orada oynayıp daha güzel yerlere gelmeyi planlıyordum. Sonuçta Allah'a şükür böyle de oldu.

Gaziantepspor'da üç sezon geçirdin? Oradaki günlerinden bahseder misin biraz?

Gerçekten çok güzel üç sezonum geçti Gaziantep'te. Eşim ve çocuklarım da orada çok rahat ve mutluydu. Ama şimdi benim için her şey daha güzel oldu.

Gaziantep'e geldiğin günden Beşiktaş'a transferine kadar geçen sürede futbolunda bir ilerleme kaydettiğini düşünüyor musun?

Olaya başka yönden bakmak lâzım. İsterseniz 5. Lig'e gidin, orada da bir şeyler öğrenebilirsiniz. Gaziantepspor elbette iyi bir takım ve orada da çok şey öğrendim ama eğer daha alt liglerde bir takıma da gitseydim mutlaka zaman içinde bir şeyler öğrenirdim. Gaziantepspor'da çok iyi dostlar edindim ve onlarla hâlâ görüyorum. Zaten bir futbolcunun aktif hayatı 10-15 senedir. Bu sürede ne kadar arkadaş ve dost kazanırsanız o kadar mutlu olursunuz.

Gaziantepspor'da birçok teknik direktörle çalıştın. Sana en fazla katkı yapan hangisiydi?

Ben herkesle iyi anlaşan bir oyuncuyum. Her antrenörümden bir şeyler öğrendim. Mesela Nurullah Sağlam çok sakin ve iyi niyetli bir teknik direktör. Bu tip hocalardan çok şey alabilirsiniz. Ben her tarzdaki teknik adamla çalıştım ve hepsinden bir şeyler aldım.

Teknik direktör arkadaş değil patrondur

Bu nokta önemli. Futbolcu açısından hangi tip teknik adamlar daha iyidir? Sert ve otoriter olanlar mı yoksa size arkadaş gibi yaklaşanlar mı?

Bence ikisinin karışımı olmalı. Teknik direktör futbolcusuyla iyi anlaşmalı, gerektiğinde şakalaşmalı ama aradaki mesafe mutlaka korunmalı. Futbolcu, teknik direktörün kendisine arkadaş gibi davranabileceğini bilmeli, ama hiçbir zaman onu arkadaşı gibi görmemeli. Patron her zaman hoca olmalı. Arkadaş gibi olursanız ortam karışır. Saygı her zaman korunmalı.

Türkiye'de her sezon çok sayıda teknik adam değişikliğiyle karşılaşıyoruz. Bunun futbolcu üzerindeki etkileri nasıl oluyor?

Sturm Graz'da oynadığım dönemlerde kötü günler de geçirdik. Bir sezonun sonunda teknik direktör değiştirildiğinde gazeteler bunu eleştirdi, "Nasıl olar da bir sezonda teknik direktör değiştirilir?" diye. Ben beş sezonda üç teknik direktörle çalıştım. Bir tanesi yaşlandığı için bıraktı, diğeri bir sezon sonunda ayrıldı ve dediğim gibi bu durum eleştiri konusu oldu. Diğeri de takımı üç sezon çalıştırdı.

Avusturya futbolu ile Türk futbolunu kıyaslarsan neler söyleyebilirsin?

Avusturya'daki gazeteciler de bana bu soruyu sordu ve onlara, Avusturya Ligi'nin hem tempo hem kalite hem de popülerlik açısından Türkiye Ligi gibi olamayacağını söyledim. Avusturya'da fiziksel mücadele öne çıkıyor ama tempo, çabukluk ve taktik açıdan Türkiye Ligi çok ileride.

28 yaş genç sayılır

İstanbul'a 28 yaşında gelebildin. Sence bu gecikmiş bir adım mı?

Bence değil. Çünkü kendimi çok iyi hissediyorum. 28 yaş Avrupa açısından bakıldığında genç oyuncu değerlendirmesine girer. Ama Türkiye'de 3 rakamını gördüklerinde "Futbolu ne zaman bırakacaksın?" soruları yöneltilmeye başlanıyor. Oysa oyuncu kendini iyi hissederse 38-39 yaşına kadar oynayabilir. Bunun örnekleri Avrupa'da çok sayıda var. Türkiye'de 31-32 yaşına geldiğinizde futbolu bırakmanız isteniyor. Ama İbrahim Üzülmez ağabey örneği ortada. 34-35 yaşına gelmesine rağmen herkesten daha çok koşuyor ve bizden daha iyi oynuyor.

Büyük takımlar Anadolu'dan çok sayıda oyuncu transfer ediyor ancak bunların büyük bölümü kaybolup gidiyor. Beşiktaş'a gelirken "İstanbul beni de yutabilir" diye bir endişeye kapıldın mı?

Eğer böyle düşünseydim zaten Beşiktaş'a imza atmazdım. Beni isteyen başka takımlar da vardı ve onlara giderdim. Tamam, belki Beşiktaş'ta oynayamayabilirdim ama ben her zaman kendisine inanan ve güvenen bir oyuncu oldum. Başaracağıma inanmıştım. Tabii başlangıçta zorluklar da çektim, fakat hep kendimi göstermek için verilecek şansı bekledim.

Bu kendine güvenmenin arkasını nasıl dolduruyorsun?

Benim yapım bu. Çocukken de bir şey yapmak istediğimde başkalarının "Sen bunu yapamazsın" gibi sözlerini dinlemez, kafama koyduğuma ulaşmaya çalışırdım.

Gaziantepspor'da daha çok hücum ağırlıklı bir oyuncuydun, Beşiktaş'ta ise savunma ağırlıklı oynuyorsun ve her bölgede görev yapabiliyorsun. Sen kendini nasıl bir oyuncu olarak değerlendiriyorsun?

Her bölgede oynayabiliyor olmamı avantaj olarak değerlendiriyorum. Takımda hangi bölgede eksiklik varsa orası için alternatif olarak düşünülme şansına sahibim. Hangi mevkide görev verilirse verilsin, o bölgenin gereklerini en iyi şekilde yapmaya çalışırım.

Oynamaktan en fazla keyif aldığın mevki hangisi?

Keyif aldığım yer, nerede oynatılıyorsam orasıdır. Önemli olan ilk on bir için tercih edilen bir oyuncu olmak.

Ertuğrul Sağlam döneminde daha kısa süreli şanslar buluyordun ama Mustafa Denizli döneminde banko oyuncu oldun. Antrenör değişikliğinin dışında sende değişen bir şey var mıydı?

Aslında bende değişen bir şey yok. 6 ay önce neysem şimdi de oyum. Sadece bana bir şans verildi. İlk şansı iyi değerlendirip ikinci şansı yakaladım. Her seferinde bulduğunuz şansı en mükemmel şekilde değerlendirmek zorundasınız. O şanslardan birisini kullanamasaydım belki bugün bu röportajı yapmıyor olurduk. Benim şansım, o fırsatı bulduğumda güçlü olabilmemdi.

Mustafa Denizli döneminde de ilk üç maçta yoktun. Sonra takıma girdin. Neleri değiştirdin de bu sıçramayı yaptın?

Aslında antrenmanlarda her zamanki performansımı gösteriyordum. Hoca bir gün "Seni bu mevkide oynatabilirim, oynar mısın?" dedi. "Elbette hocam" dedim ve elimden geleni yapmaya çalıştım.

Hocanın konuşmaması da motivasyondur

Mustafa Denizli seninle neler konuşuyor, senden neler istiyor?

Beni motive ediyor. Ama bazen konuşmamak bile iyi bir şeydir. Bana "Seninle konuşmama gerek yok. Zaten yapacağını biliyorsun" demesi benim için ekstra bir motivasyondur. Çünkü o anda "Evet, hoca bana güveniyor, bu müthiş bir şey, demek ki ben en iyisiyim" diye düşünüyorsunuz (Gülüyor). Bazen de hata yaptığım zaman bana bunları gösteriyor. Hocayla ilişkim çok iyi. Onu iyi anladığımı ve istediklerini yapabildiğimi düşünüyorum.

Taraftarın sana özel bir sevgisi oluştu. Bunu neye bağlıyorsun?

Bu durum benim için yeni bir şey ve bundan gurur duyuyorum. Taraftarın sevgisi bir oyuncu için çok güzel duygu. Ama bazen de takım olarak protestolarla karşılaşıyoruz. Bunlar olmasa daha iyi olur diye düşünüyorum.

Taraftarın sana olan sevgisi nereden kaynaklanıyor olabilir?

Beni tanıyanlar, sahada verebileceğinin yüzde yüzünü vermek isteyen bir oyuncu olduğumu bilir. Oyun içinde hata yapsam da bırakmam, bu hatayı toparlamak için her şeyi yaparım. Maçı sonuna kadar bırakmam. Yüreğimi sahaya koyarım. Zaten böyle oynamazsanız rakip kazanır.

Son maçlarda sağ kanattaki performansınla Beşiktaş'ın efsane oyuncularından Rıza Çalımbay'a benzetiliyorsun. Bu konuda neler söylersin?

Bu benim için çok güzel bir şey. Daha ne olsun ki? Ona benzetildiğimi duyunca kendimle gurur duydum. Bir kişinin bile benim için böyle bir şey yazması çok güzel.

Gözlemlediğim kadarıyla hakemlerle çok fazla diyaloğa giren bir oyuncu değilsin.

Bazen çok zoruma gidiyor, bir şeyler söylemek istiyorum ama hakemlere de saygı duymak lâzım. Onlar da maçı en iyi şekilde yönetmek istiyor ama bazen de hata yapıyorlar. İşlerinin çok zor olduğunu biliyor ve bol şans diliyorum. Allah yardımcıları olsun.

Anadolu takımının futbolcusu olmakla büyük takımlardan birinin oyuncusu olmak arasında ne gibi farklar var?

Gaziantepspor'da oynarken her şey rahattı. Burada ise direkt baskı var. Çünkü hedefler çok daha büyük. Bir yandan da Beşiktaş'ta oynarken herkes sizi tanıyor. Bir yere yemeğe gittiğinizde insanlar yanınıza geliyor, imza veya forma istiyorlar.

Baskıyla başa çıkabiliyorum

Oyuncunun büyük takımlarda baskı altında olduğunu söyledin. Baskıyla başa çıkmak için ne yapıyorsun?

Kendimi rahat bırakıyorum, baskıyı kafama takmamaya çalışıyorum. Baskı kötü bir şey yani. İnsanın üzerinde bir yük. Koşarken bile onu omuzlarınızda hissedersiniz. Ama ben bununla başa çıkabiliyorum.

Beşiktaş'ta en iyi anlaştığın arkadaşların kimler?

A'dan Z'ye herkesle çok iyi anlaşıyorum. Hiç kimseyle sorunum yok. Herkesle iyi geçinmeye çalışan, kötü niyetler taşımayan bir insanım. Her arkadaşımın odasına girip çıkabilirim. Bu iyi geçinme çabası sadece futbolcu arkadaşlarımla ilgili bir şey değil. Karşımdaki kim olursa olsun onunla iyi diyaloglar kurmak isterim.

Ligimizde beğendiğin oyuncular var mı?

Beşiktaş'ta Bobo ve Nobre'yi, yeni gelen yabancılar Sivok ve Zapo'yu çok beğeniyorum. Fenerbahçe'de fazla gol atmamasına rağmen Güiza'yı beğeniyorum. Çok mücadele ediyor. Bir savunmacı için böyle bir oyuncuya karşı oynamak çok zor. Bence takımı için çok faydalı bir oyuncu. Bizde de Nobre öyle. Üstelik Nobre gol de atıyor. Bu gol atma işi biraz da şansla ilgili. Sonuçta Güiza, İspanya Ligi'nde gol kralı olmuş bir oyuncu.

Şampiyonluk yarışını nasıl değerlendiriyorsun?

Hocamız da şampiyonluk için önümüzde uzun bir yol olduğunu söylüyor. Bu bir maraton. En arkadan koşan da kazanabilir. Bu sezon gerçekten geçmişe göre çok daha heyecanlı. Artık her hafta iyi bir maç var. Sivasspor, Gaziantepspor çok iyi takımlar.

Gaziantepspor'un oynadığı futbolu nasıl değerlendiriyorsun? Herkesin çok beğendiği, oynayana da keyif veren bir futbol anlayışları var.

Ben ayrıldım, Gaziantepspor daha iyi bir takım oldu (Gülüyor). Gerçekten onları seyretmekten ben de keyif alıyorum. Nurullah Hoca iyi işler yapıyor, arkadaşlarım da kendilerini biraz daha geliştirmiş. Tabata iyi bir oyuncu, ama ben İvan de Souza'yı daha çok beğeniyorum. Keza Zurita çok iyi bir oyuncu. Benim de iyi arkadaşım. Başlangıçta sağ kanatta oynuyordu ama o hep ortada oynamak istediğini söylüyordu. Şimdi orta sahada oynuyor ve daha verimli oluyor. Orada çok güzel günler geçirdiğim için arkadaşlarımdan bahsetmek de hoşuma gidiyor. Murat Ceylan da çok güçlü bir oyuncu ve ileride daha da iyi olacağına inanıyorum.

Ben daha ne yaptım ki?

Beşiktaş'a geldin, hedefler bitti mi, yoksa ileriye doğru atacağın başka adımlar da var mı?

Hedefler hiçbir zaman bitmez. Ben daha ne yaptım ki? Beşiktaş'a geldim ve oynamaya başladım. Sadece bir-iki maç iyi oynadım ve alkış aldım. Bunlar güzel ama hedef bu değil. "Bunu başardım her şey bitti" diyemem. Milli Takım'da da oynamak isterim. Bunu "Beşiktaş'a geldi; bir-iki maç iyi oynadı, hemen Milli Takım'ı istiyor" diye düşünmeyin. Gaziantepspor'dayken de Milli Takım'da oynamak benim için bir hedefti.

Avrupa'da oynamak gibi hedeflerin de var mı?

Bu performansımla ve kendime güvenimle ilgili bir şey. 28 yaşındayım ve neden olmasın? Ama öncelikle Beşiktaş'ta her şeyimi ortaya koymalıyım. Bu aşamada hiçbir yere gitmeyi düşünmüyorum. Benim için şu anda Beşiktaş her şey demek.

Milli Takım dedin ama aynı zamanda Avusturya vatandaşısın…

Doğru, ancak Avusturya Milli Takımı adına hiç oynamadım. Dolayısıyla Türk Milli Takımı'na çağrılırsam oynayabilirim. Bu sadece Fatih Hocanın beni istemesine bağlı bir şey. Tabi ki evimde oturup, "Hoca beni Milli Takım'a çağırsın" diye beklemiyorum. Ama isterse koşa koşa giderim. Mustafa Hoca bana inanıyor. Beşiktaş'ta performansımı yükseltip daha iyi olursam Fatih Hoca da beğenip beni kadrosuna alabilir.

Kendini hiç o formanın içinde hayal ediyor musun?

Elbette, kim hayal etmez ki? Milli Takım'ın formasını giymek bir oyuncu için en üst noktadır. Euro 2008'i izledim. Bir yandan Avusturya'yı da tutuyordum. Çünkü orada da çok iyi arkadaşlarım var. Maçlardan önce onlarla konuşup, "Şöyle yapın, böyle yapın" gibi fikir veriyordum. Ama Türk Milli Takımı'nın kalbimdeki yeri ayrı.

Önceliğim Türk Milli Takımı

Hem Avusturya'dan hem de Türkiye'den aynı anda davet alırsan ne yaparsın?

Aynı anda davet geleceğini tahmin etmiyorum. Ama eğer gelirse, sonuçta ben burada doğdum ve elbette Türkiye'yi tercih ederim. Kalkıp da "Olmaz, kusura bakmayın" diyecek halim yok. Ben buralıyım ve ay-yıldız her zaman kalbimde.

İlk defa bu kadar büyük bir şehirde yaşıyorsun. İstanbul'daki hayatın nasıl geçiyor?

Graz 235 bin kişilik bir şehir. Gaziantep de İstanbul'la kıyaslanamaz. İstanbul'da özellikle trafikten müthiş zevk alıyorum (Gülüyor). Mesela işim düşüp de karşıya geçtiğimde üç saatte geri dönebiliyorum. Bu yüzden çok önemli bir işim olmadığı sürece kendime Avrupa yakasına geçmeyi yasakladım.

İstanbul'da yaşamanın güzel tarafları da yok mu peki?

Var tabii ki. İstanbul'da gezilip görülecek çok güzel yerler var. Denizi, Boğaz'ı gördüğünüzde içiniz açılıyor. Fırsat buldukça eşimi ve çocuklarımı alıp İstanbul'u gezmeye çalışıyorum.

Bildiğim kadarıyla iki kızın var. Çocuklarınla ilişkilerinden söz eder misin biraz, nasıl bir babasın?

Söylediğiniz gibi iki kızım var. Birinin adı Selina Selma, diğeri Dina Dilara. Eşim Boşnak, Selina ismini o istedi. Dina ise Arap ismi. Mardin'de doğduğum için Arapça konuşuyorduk. Bu nedenle kızıma da Arap ismi koydum. Kızlarımdan biri 5, diğeri 3 yaşında. Onlarla çok güzel vakit geçiriyorum. Birlikte olduğumuz zamanlarda ben de onlarla aynı yaşta olmaya çalışıyorum. Şimdi burada okula gidiyorlar ve Türkçeyi öğrendiler.

Futbolun dışındaki hayatında neler var?

Evde oturup hiç dışarı çıkmayan oyunculardan değilim. Yorgun değilsem mutlaka çocuklarımı alıp gezerim. Ama İstanbul'da gezme saatlerini iyi ayarlamak ve trafiğin yoğun olduğu saatlere yakalanmamak gerekiyor. Film izlemeyi, müzik dinlemeyi severim. Kitap da okurum. Maradona'nın, Armstrong'un biyografilerini okudum. İyi masa tenisi oynarım. Kendime pek rakip bulamıyorum (Gülüyor). Batuhan'la kampta oynamıştık. O kadar büyük konuştu ki, herhalde Türkiye şampiyonu diye düşündüm. Ama sonra gördüm ki, raket tutmayı bile bilmiyor (Gülüyor).