TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Emre Özkan: "Bir gün Liverpool'da oynayacağım" 1.01.2012
Emre Özkan: "Bir gün Liverpoolda oynayacağım"
Altyapısından yetiştiği Beşiktaş'ın as kadrosunun belki de önemli isimlerinden biri olabilecekken, sakatlıklar ve hoca değişiklikleri yüzünden uzun bir süre kiralık oyuncu unvanından kurtulamadı. Ancak kiralık oynadığı son takım olan Orduspor, kaybolmakta olan bu genci adeta ayağa kaldırdı. O, şimdi Spor Toto Süper Lig'in en mücadeleci takımlarından olan mor-beyazlıların değişmez isimlerinden. Takımın oyun karakteri, onun en önemli özelliği olan hırsla birleşince futbolseverler başarılı bir genç izlemeye başladı bu sezon.

Röportaj: Aydın Güvenir

Futbol oynamaya nasıl başladığını ve bu döneme kadar yaşadığın süreci sorarak başlayalım istersen röportaja…

24 Aralık 1988, İstanbul doğumluyum. Mahalledeki her çocuk gibi sokak aralarında top oynayarak futbola başladığım. Annem ve babam işe gidiyor, ben de her sabah dışarı çıkıp akşama kadar topun peşinden koşuyordum. Ailenin tek çocuğuyum. Göztepe'de oturuyorduk. Mahallemizde benim yaşımda top oynayan çocuk yoktu. Herkes benden 7-8 yaş büyüktü. Ama maç yaparken beni de çağırıyorlardı. Futbola yeteneğim olduğunu söylüyorlardı. 11 yaşına geldiğimde, mahalledeki büyüklerimden Volkan abi elimden tutup Feneryoluspor kulübüne yazdırdı beni.

Ailenden biri değil, mahalleden bir abin futbolcu olmana vesile oldu yani.

Babamdan da izin almıştık elbette. Ailem her zaman arkamdadır zaten. Annem ve babam hayatta en çok önem verdiğim insanlar. Her kararıma destek olmuşlardır. O yüzden kendimi çok şanslı hissediyorum. O dönemde 5-6 abimle beraber gidiyorduk kulübe. Orada da hep benden büyükler vardı. Yani gene abilerle oynamak durumundaydım. Ama bu durum çok avantaj sağladı bana.

Beşiktaş'a geçişin nasıl oldu?

Feneryoluspor'da zamanla kaptanlığa yükseldim. Amatör kümede şampiyon olduk. O zaman orta sahada oynuyordum. 14 yaşındayken Beşiktaş'ın seçmelerine katıldım. Çocukluğumdan beri Beşiktaşlıydım zaten. Seçmelerde başarılı olup, kulübe girmeyi başardım.

Beşiktaş'ın altyapısında arkanda duran isimler oldu mu?

Beşiktaş'a girdikten sonra, pilot takım olan Bağlarbaşıspor'a yollandım. Ama Beşiktaş altyapı hocalarının gözetiminde olan bir kulüptü burası. Orada 1 sene geçirdim. Sabahattin Ömür Hocamız beni çok tutuyordu. Bu arada Feneryoluspor'da Metin Hocanın da üzerimde çok emeği olduğunu eklemeliyim. Bağlarbaşı'ndayken Sabahattin Hoca elimden tutan isimdi. Okuluma kadar bana destek oluyordu. 8. sınıfa geçtiğimde beni Ortaköy'de bir okula kaydettirdi. Sonra Beşiktaş'ın altyapısında oynamaya başladım. Sabahattin Hoca da Beşiktaş'a geçmişti ve burada da hep arkamda durdu. Beşiktaş'a geçtiğimde kulüp 100. yılını yaşıyordu ve takım şampiyon oldu. O zaman yıldız takım oyuncusu olarak İnönü'deki maçlara top toplayıcı olarak gidiyorduk. O atmosferi görünce, Beşiktaşlı olduğum için çok mutlu olmuştum. Liseye geçtiğim dönemde kulüp beni ve arkadaşlarımı Beşiktaş Lisesi'ne yazdırdı. Zamanla takımın bütün yaş kategorilerinde forma giydim.

Bu dönemde de orta saha mı oynuyordun yine?

Birçok farklı mevkide oynadım. Yıldız takımdayken stoperdim. A ve B genç takımlarında sol kanatta forma giydim. PAF takıma çıktığımda sol beke geçiş yaptım. PAF takımında oynarken A takımın hocası Tigana'ydı. Gençlerbirliği maçında bizi izlemeye gelmişti. Bu maçtan sonra A takım idmanlarına çağrıldığım haberi geldi. O zaman PAF takımda iki Emre vardı. Biri ben, diğeri de Emre İncemollaoğlu. Allah rahmet eylesin, kısa süre önce Balıkesirspor'da oynarken trafik kazası geçirip hayatını kaybetti. Tigana, "Emre'yi idmana çağırın" deyince önce hangimizin çağrıldığını anlayamamıştık. Daha sonra bu ismin ben olduğunu öğrenince çok sevinmiştim doğal olarak.

Ne kadar bir Türk takımının altyapısında yetişsen de seni A takıma çıkaran yabancı bir teknik direktör olmuş yani…

Evet. Tigana gençlere çok şans veren bir isimdi. Mesela A takım Ümraniye'de kalırken, PAF takımı maçları Fulya'da oluyordu. A takımın o akşam maçı olsa bile, sabah oynadığımız PAF maçlarına mutlaka gelip bizi takip ediyordu. A takımla çıktığım ilk idmanda da beğenilmişim ki, ertesi gün bana hemen profesyonel imza attırdılar. Böylece Tigana sayesinde 2005-2006 sezonunda profesyonel oldum. Henüz 17 yaşındaydım ve devre arasından sonra da maç kadrolarına girmeye başladım.

İlk kez forma giydiğin maç hangisiydi ve neler hissettin?

A takımda ilk maçımı Şubat 2006'da İnönü'de Sarıyer'e karşı oynadım. Son dakikalara doğru Çağdaş Atan'ın yerine oyuna girmiştim. Üzerimde bir tedirginlik vardı. Tigana o sırada bana bakıp gülmüştü. Sahaya girdiğimde de şansıma sol taraf, kapalının önüne denk gelmişti. Top sürerken "Haydi Emre, yürü" seslerini duyuyordum. O an hissettiklerimi tarif etmem imkânsız. Ayaklarım yere basmıyordu, havada gidiyordum sanki. Daha sonra Samsunspor'a karşı oynadığımız lig maçında da İbrahim Üzülmez'in sakatlanması üzerine oyuna girdim. Gaziantepspor karşılaşmasında da bir süre forma şansı buldum. Kısacası o sezon benim için çok iyi geçmişti. Ertesi sezon da Genç Millî Takımlara çağrılmaya başladım. Ancak bir süre sonra ciddi bir sakatlık yaşadım. Ayak tarak kemiğimde kırık çıktı ve ameliyat oldum. Bu yüzden devre arasına kadar idmanlara çıkamadım. O dönemde Beşiktaş'ta Sergen Yalçın başta olmak üzere çok önemli sol ayaklar vardı. Onlarla antrenmana çıkıp bir şeyler öğrenmeyi düşünürken uzun süre sakatlanmam beni çok üzmüş ama aynı oranda da hırslandırmıştı. Gerçi Sergen abi takımdan ayrılmıştı ama diğer isimler de oldukça tecrübeliydi. O yüzden düzelir düzelmez çok sıkı bir şekilde çalışmaya başladım. İdman saatleri dışında da ekstra ağırlık çalışıyordum. Bu sefer de çok karın kası çalışmaktan pubis oldum. Sezonun geri kalanını da bu sakatlığı atlatmakla geçirdim. Böylece parlayıp, çıkış yapabileceğim 2006-2007 sezonu sakatlıklardan ötürü benim için kayıpla geçti.

2007-2008 sezonundan itibaren takımın başına Ertuğrul Sağlam getirildi. Ertuğrul Hoca ile diyaloğun nasıldı o dönemlerde?

Ertuğrul Hoca ilk geldiğinde, Tigana'nın hakkımda çok olumlu düşündüğünü, bu yüzden beni takımda görmek istediğini söylemişti. Ancak sakatlığım devam ettiği için antrenmanlara çıkma fırsatı bulamamıştım. Bunun üzerine hem kulübün hem de benim isteğimle, maç tecrübesi kazanmak için Zeytinburnuspor'a kiralandım.

Beşiktaş'taki bu ilk döneminde tecrübeli oyunculardan neler öğrendin?

İlk idmana çıktığımda Çağdaş Atan ismimi sormuştu. "Emre" diye cevap vermiştim. O da "Memnun oldum, ben de Çağdaş" demişti. A takım yıldızlarıyla tanışmak çok heyecan vericiydi. Soyunma odasında Ali Güneş'le dolaplarımız yan yanaydı. Bobo da takıma yeni gelmişti. O gün ben soyunma odasında oturuyorum. Ali abi bana bakıyor, sonra dönüyor gidiyor, bir süre sonra tekrar geliyor, yine bir şey söylemeden gidiyordu. Sonunda dayanamadı, İngilizce bir şeyler sordu. "Abi ben Türküm, altyapıdan yeni geldim" dedim. "Oğlum baştan söylesene, ben de seni Bobo zannettim" dedi (gülüyor). Sorunuzun cevabına dönersek, bu oyuncularla bir arada olmak ve onlardan bir şeyler öğrenmek rüya gibiydi. Mesela Tümer abi bana sol ayak dışıyla nasıl pas verilir, şut çekilir onu gösterirdi. Sergen abi öyle bir oyuncuydu ki, top ayağına geldiğinde sadece bana koşacağım yeri eliyle gösterirdi ve o dediği yere de milimetrik pas atardı.

Zeytinburnuspor'la geçirdiğin günlere gelirsek... O dönem sana neler öğretti?

Zeytinburnuspor'da çok sıkıntılı günler geçirdim. Kulüp maddi açıdan çok kötü durumdaydı. Orada hayata dair de çok şey öğrendim. Mesela idman malzemelerini oyuncular kendi arabalarıyla kulüpten alıp, antrenman sahasına getiriyordu. Bunun dışında sabahları aramızda para toplayıp kahvaltı yapabiliyorduk. Kimsenin de doğru düzgün parası yoktu. İdman sahası çok kötüydü. Formalarımız olmuyordu bazı maçlarda, dışarıdan alıp getiriyorduk. Öyle acıklı bir haldeydi kulüp. Türkiye'de gelebileceğiniz en yüksek noktadaki bir takımda bulunurken, bir anda başka bir kulüpte bu sıkıntıları yaşamak çok zorlamıştı beni. Ancak aynı zamanda da böyle şeyler yaşamak beni çok dengeledi. Böyle zor ortamları görünce önceden bulunduğum yerin kıymetini daha iyi anladım, çalışma isteğim de iki katına çıktı.

Burada şartlardan ötürü fazla kalamadın herhalde, çünkü aynı sezon içerisinde Ankaragücü'ne kiralandığını görüyoruz.

Paramı alamadığım için devre arasında ayrıldım ve Ankaragücü'ne geçtim. Takımın hocası Hakan Kutlu'ydu. Maç kadrolarına girdim ancak oynama şansı bulamadım. Maç tecrübesi kazanmak için kiralık olarak gittiğim iki takımda da çeşitli sorunlar yaşayıp Beşiktaş'a döndüm. Ertuğrul Hoca o sezon beni de hazırlık kampına götürdü ve gösterdiğim performansla A takımda kaldım. Hami Mandıralı tarafından da Ümit Millî Takım'a çağrılmaya başladım. Siroki Brijeg'e karşı oynanan UEFA Kupası ön eleme maçında da son dakikalarda oyuna da girdim. Yani uzun bir aranın ardından tekrardan Beşiktaş formasıyla sahalardaydım.

Ancak sezonun devamında yine başka bir takıma, Eskişehirspor'a kiralandın...

Ümit Milli Takım'ın Avrupa Şampiyonası Finalleri'ne yükselme maçlarına gitmiştim. Ben Antalya'da kamptayken Ertuğrul Hoca istifa etti, yerine Mustafa Denizli geldi. İstanbul'a döndüğümde hiçbir şey bıraktığım gibi değildi. Bir anda kendimi kadro dışında buldum. Hatta tesislerdeki odama gittiğimde kapıda Emre Özkan yerine Rüştü Reçber yazıyordu. Malzemelerimi de kenara koymuşlardı. Onu görünce A takım'da istenmediğimi iyice anladım. PAF takımıyla idmanlara çıkacağım söylendi ancak burası için de yaşım tutmuyordu. Moralman çökmüştüm. Çünkü sakatlıkların ardından sabırla beklenilmiş ve emekle elde edilmiş bir durum vardı ortada. Bir anda bu imkânı kaybedince çok zor günler geçirdim. O sezon devre arasına kadar kondisyonsuz kalmamak için PAF takımıyla idmanlara çıktım. Devre arasında da Eskişehirspor Teknik Direktörü Rıza Çalımbay arayıp takıma katılmamı istedi. Kısacası Rıza Hoca sahip çıktı bana. Eskişehirspor'da yarım devre forma giydim. 3 lig, 1 de kupa maçında mücadele ettim.

Rıza Hocanın seni bu kadar istemesine rağmen az maçta forma şansı vermesinde hangi faktörler etkili oldu?

Benim hatalarım yüzünden. O dönem sol bekte Sezgin oynuyordu. Ama Rıza Hoca ilk başlarda bana şans veriyordu. Ancak Fenerbahçe'ye karşı deplasmanda oynadığımız Türkiye Kupası maçında 26. dakikada kırmızı kartla oyundan atılarak ilk maçımda bana verilen bu fırsatı çok kötü değerlendirmiş oldum. Buna rağmen yine forma şansı buldum ancak pek başarılı olamadım. Kısacası orada başarılı olamamamın nedeni bendim.

Kendini Orduspor'da bulduğunu görüyoruz. Orduspor'a geçiş hikâyeni anlatır mısın?

2009-2010 sezonunun başında menajerim Ahmet Bulut, Orduspor'a kiralık olarak gittiğimi söylediğinde birazcık korkmuştum açıkçası. Nasıl bir ortamla karşılaşacağımı bilmiyordum. Çünkü tanıdığım bir coğrafya değildi. Ama Zeytinburnuspor'da yaşadıklarımı hatırlayarak zorluklarla baş etmem gerektiğini düşündüm. Orduspor'a gittiğimde ikinci hafta maçları oynanıyordu. Korktuğumun aksine çok iyi bir ortam ve arkadaşlık buldum. İlk kez de düzenli olarak 35 maçta forma giydim. Osman Özdemir, Ekrem Al ve Ahmet Akcan gibi üç farklı teknik adamla çalıştım o sezon. Hepsi de bana forma şansı verdi. Sezon bittiğinde de kalmamı istediler. Uzun bir aradan sonra ilk kez bir kulüpte ikinci sezonumu geçiriyordum.

Cenk Gönen'in Beşiktaş'a transferi sırasında senin ismini de takasta kullanılacak oyuncular arasında duymuştuk. Ancak Denizlispor yerine yeniden Orduspor'da gördük seni.

Ben Orduspor'la anlaşmıştım zaten. Denizlispor da beni istemişti ancak ben kendilerine tercihimi iletmiştim. Fakat daha sonra Beşiktaş, Cenk Gönen'i isteyince kendileri de bu transfere karşılık beni takas yoluyla almak istemiş. Sözleşmeye de "Eğer Denizlispor'a gelmezse Beşiktaş'ın 250 bin euro ödemesi" gerekiyor diye bir madde konulmuş. Ancak ben Denizlispor'a gitmek istemedim. Açıkçası neden gitmek istemediğimi de bilmiyorum pek. Ordu'yu sevmemin etkisi vardır muhakkak. Ordu'da kalıp mutlu ve başarılı olacağım içime doğmuş diyelim. Başkanımızın hedef ve düşüncelerine son derece inanıyordum. Bu da Ordu'da kalmamda etkili oldu. Onun hırsını görünce "Mutlaka burada kalmalıyım" diye düşünmüştüm. Çünkü ben de hırslı bir futbolcuyum. Bu yüzden Ordu'dan ayrılmak istemedim ve transferin son gününe kadar bekledim. Beşiktaş başta bu duruma pek sıcak bakmasa da sonunda Orduspor'da kalmamı kabul etti.

Özellikle Metin Diyadin Orduspor'a geldikten sonra daha da dikkat çekici bir oyuncu oldun.. Metin Hocayla bu çıkışı yakalamanda neler etkili oldu?

2010-11 sezonu başladığında takımın başında Uğur Tütüneker vardı. Transferimdeki belirsizlik yüzünden hazırlık kampında yer alamamıştım. Bu yüzden ilk yarıda hemen hemen hiç oynayamadım. İkinci devrede yavaş yavaş forma bulmaya başladım. Ligin bitimine 10 hafta kala Uğur Hoca ayrıldı ve yerine Metin Diyadin getirildi. Metin Hoca geldikten sonra Orduspor'a çok şey kattı. Çok hırslı bir insan. Futbolculuğunda da öyleydi. Belki de kafa yapımız birbirine uyduğu ve onun istediği oyun tarzıyla benim oyun stilim benzeştiği için performansımı bir kat yukarı çıkardım. O yüzden Metin Hoca benim için çok önemli bir isim.

Bu arada Orduspor taraftarını soralım sana. Hırslı bir oyuncu olarak böylesine coşkulu bir taraftar grubunun önünde oynamak seni nasıl etkiliyor?

Geçen sezon Ankara'da şampiyon olduktan sonra yaşadıklarımı anlatayım isterseniz. Samsun-Ordu arası arabayla 1.5 saat sürer. Biz o yolu 8 saatte geçebilmiştik. O süre boyunca üstü açık otobüste ve ayakta bizi takip eden taraftarlarla şampiyonluğu kutlamıştık. Böylesine coşkulu olan Orduspor taraftarı önünde oynamak beni motive ediyor o yüzden. Ayrıca Gaziantep B. Belediyespor'la oynadığımız o final maçı ve yaşadığımız şampiyonluk unutamayacağım anlardan biridir. Gerçi Beşiktaş kadrosunda bulunurken de iki kere Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşamıştım ancak bu seferki apayrı bir önem taşıyordu. Çünkü bu şampiyonlukta çok daha fazla emeğim vardı. 26 sene sonra takımın Süper Lig'e yükselmesini sağlayan kadroda olmak da ayrı bir gururdu.

Türkiye'de ve dünyada sol ayaklı oyuncuların sayısı ve kalitesi giderek düşüyor. Senin bu sayılı isimler arasında kendine örnek aldığın biri var mı?

Örnek aldığım isim İbrahim Üzülmez. Aynı takımda oynarken hırsına hayrandım. İdmanda bile hata yapmaya, kaybetmeye asla tahammülü yoktu. Bu hırsından dolayı İbrahim abiyi kendime örnek alırım hep. Ayrıca ben sol bek dışında stoper de oynuyorum. Bu kategoride de çocukluk yaşlarımda Alpay Özalan'ı çok beğenirdim. O kadar konsantre olurdu ki her maça, sürekli kafası, gözü yarılırdı. Hep hırslı oyuncuları örnek almışımdır kendime. Çünkü çalıştığın, istediğin zaman her şeyin başarılabileceği düşüncesindeyim.

Zayıf olduğunu düşündüğün yönler var mı? Mesela seni hücuma katkı verirken pek göremiyoruz.

İri yapılı olduğum için hücuma bazen gereken desteği veremediğimin farkındayım. Ancak bu eksikliğimi zaman zaman aştığımı düşünüyorum. Yorgunluk anında da ileriye doğru koşu yapamadığım dakikalar oluyor. Bu noksanlığımı maç tecrübesi kazandıkça gidereceğimi düşünüyorum. Tabii ki başka eksik yönlerim de var. Bunları da her gece yatağa girdiğimde düşünürüm. Kendi kendime, "Daha iyi olmak için ne yapabilirim?" diye sorarım. Mesela çok iyi şut çekiyorum diyelim. Bunu çok iyi yaptığım için es geçmem, daha iyi nasıl şut çekebilirim diye düşünürüm. Bu özelliğimin de bana olumlu anlamda bir şeyler kattığını düşünüyorum.

Gelecekteki hedeflerini sorsak?.. Tekrar Beşiktaş'a dönüp kendini ispat etmek gibi bir düşüncen var mı?

Orduspor'da hâlâ kiralık olarak forma giyiyorum. Yani sezon bittiğinde Beşiktaş'a dönmüş olacağım. Şu an ne kadar iyi bir oyun ortaya koysam da o zamanki durumumu sezon bittiğindeki performansım belirleyecek. Beşiktaş da doğal olarak buna göre hakkımda bir karar alacak. Ama diğer taraftan da Orduspor'da çok ama çok mutlu olduğumu tekrardan söylemek istiyorum. Belki de sezon sonunda play-off oynayıp kulübü Avrupa kupalarına taşıyacağız. Öyle bir durumda ben de daha da çok kalmak isterim Orduspor'da.

İleride Avrupa'da oynama şansın olursa tercih edeceğin lig neresi olur?

Kadroya girsem de giremesem de, maçta oynasam da oynayamasam da her karşılaşma ya da idman öncesinde, "Daha çok çalışıp Liverpool'a gitmem lâzım" diye motive ederim kendimi (gülüyor). Bu espriyle karışık motivasyonu takım arkadaşlarıma da sesli olarak söylerim her zaman. Hatta Beşiktaş'tayken Koray Avcı bu konuda çok dalga geçerdi benimle. "Oğlum ne Liverpool'u, sen gitsen gitsen 'pool'a yani havuza gidersin" diye takılırdı (gülüyor). Taraftar yapısından dolayı çocukluğumdan beri bir sempatim var Liverpool'a. O yüzden İngiltere'de Liverpool formasıyla oynamak en büyük hayalim.

Bir A Millî Takım oyuncusu olabilmek için sana göre yapman gereken şeyler neler?

Öncelikle sürekli oynayıp kendimi kanıtlamam lâzım. Kısacası A Millî Takım'a çağrılmam için Orduspor'daki istikrarımı sürdürüp, başarımı daha da yukarı çıkarmayı düşünüyorum. A Millî Takım bir oyuncuya birçok şeyin kapısını açıyor. Mesela A Millî Takım'da bir şampiyonada iyi performans sergilerseniz yurtdışından da o denli fazla teklif alıyorsunuz. Bir anlamda yurtdışına çıkış biletinizi sağlıyor A Millî Takım'da oynamak. Ayrıca da bir Türk olarak A Millî Takım formasıyla sahada yer alma duygusunu çok hissetmek istiyorum.

Ailenin tek çocuğu olduğunu söyledin. Sen Ordu'da, ailen İstanbul'da… Bu durum olumsuz etkiliyor mu seni? Boş zamanlarını nasıl geçiriyorsun Ordu'da?

Annem çok özlüyor beni. Şu an bir poliklinikte çalışıyor. Bu şekilde özlemini dindiriyor. Çalışmayı çok sever annem. Çok hırslıdır, benden daha hırslıdır hatta. Bu özelliğimi ondan aldığımı söyleyebilirim. Ordu'daki boş zamanlarım yine takım arkadaşlarımla geçiyor. Yalçın abiyle çok iyi anlaşıyoruz. Bunun dışında yaşıtlarım olan Müslüm, İrfan ve Caner'le çok eğlenceli vakit geçiriyorum. Sürekli dalga geçiyoruz birbirimizle. Takımdaki arkadaşlık çok iyi. Akşamları toplanıp tabu, monopoly oynuyoruz bazen. Zaten tesislerde kalıyorum. Bunaldığım dönemlerde de fırsat bulunca hem ailemin yanına gidip kafa dağıtıyorum, hem de hasret gideriyorum.