TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Erdem Şen: Yaslı başladı, şen yürüyor 2.02.2015
Erdem Şen: Yaslı başladı, şen yürüyor

Gaziantepspor'un 25 yaşındaki orta saha oyuncusu Belçika'da başlayıp Türkiye'de devam eden film gibi bir hayat hikâyesine sahip. Alt liglerde dişiyle tırnağıyla kazıyarak verdiği mücadele zaman zaman onu futbolu bırakma noktalarına getirse de asla pes etmeyen yapısıyla bu sezon ilk kez forma giydiği Süper Lig'in dikkat çeken oyunculardan biri olmayı başardı. "1. Lig'in Selçuk İnan'ı" olarak anıldığı günleri geride bırakmaya ve kendi ismini bir marka hâline getirmeye çabalayan genç oyuncu, ilginç hayat hikâyesini TamSaha'yla paylaştı.

Röportaj: Mazlum Uluç
Fotoğraf: Alişirin Gültekin

Süper Lig'de ilk sezonunu geçiriyorsun ve oldukça başarılı bir ilk yarıya imza attın. Belçika doğumlu bir oyuncu olduğunu biliyoruz. Belçika'dan Türkiye'ye uzanan futbol macerana sıfır noktasından başlayalım istersen…

Brüksel'de 1989 yılında dünyaya geldim. Annem ve babam Belçika'da işçi olarak çalışıyor. İkisi de Yugoslavya göçmeni ailelerinin çocukları. Babam 1.5 yaşındayken ailesiyle Manastır'dan gelip Zeytinburnu'na yerleşmiş. 24 yaşında ise Belçika'ya işçi olarak gitmiş. Annem de Bayrampaşa'dan Belçika'ya göç etmiş ve orada tanışıp evlenmişler. Ben üç erkek kardeşin en küçüğüyüm.

Futbola nasıl başladın?

Babam da çocukken iyi futbolcuymuş. Oldukça yetenekliymiş ama dedem vefat edince ailesini geçindirmek için pazarcılık yapmaya başlamış ve futboldan kopmuş. Yine de Zeytinburnu'nun eskileri babamı iyi futbolcu olarak tanır. Babamla parkta futbol oynardık. Benim çabuk ve süratli olduğumu fark edince 6 yaşındayken RWD Molenbeck'in altyapısına yazdırdı. 18 yaşına kadar o kulüpte oynadım ve U19 takımında kaptanlığa yükseldim. Bu bir ilkti çünkü orada yabancı oyunculara kaptanlık vermezler.

Belçika'da yabancı oyunculara karşı böyle bir tavır olduğunu mu söylüyorsun? Sen nasıl kaptanlığa yükseldin peki?

Çok çalışarak, sabrederek o noktaya geldim. Kimseden bir söz gelmesin diye Belçikalı oyuncuların çalıştığının iki katı gayret gösterdim. Ama aradan dört hafta geçmeden Belçikalı oyuncuların anne-babaları benim kaptanlığımı şikâyet konusu yaptı. Sonrasında Murat Yakın'ın yardımcı antrenörlüğünü yaptığı dönemde Grasshoppers Zürih'e transfer oldum. Orada bir maça çıktım ve beğenildim. Ama yaşım genç olduğu için Murat abi "Seni kiralık olarak gönderelim, biraz daha olgunlaş deyince Kreuzlingen'e kiralandım. Sezon bitiminde Türk menajerler devreye girince Murat abi bana "Burada 3. Lig'de oynamaktansa onların bulacağı bir takıma gitmen daha doğru olur" dedi. Ancak menajerlerin elinde kalmanın acısını çektim ve transfer sezonu boyunca kulüp bulunamayınca bir sezon boyunca boşta kaldım.

Ne yaptın peki o bir sezonda?

Eski kulübü aradım ve hocama, "Beni de idmanlara alır mısın?" diye sordum. Transfer süresi geçtiği için oynayamayacağımı biliyordum ama hiç değilse bir takımla idman yaparak kendimi hazır tutmak istiyordum. Üç ay sonra hocam bana "Kusura bakma, yönetim artık idmanlara çıkmanı da istemiyor" dedi. Ben de teşekkür edip parklarda tek başıma koşmaya başladım. Bu arada sağ olsun eski kondisyonerim bana yardımcı oldu ve formda kalmamı sağladı. Bu süreçte tek başıma günde iki idman yaptım.

Sonra nasıl kulüp buldun kendine?

O süreçte Sivasspor'un seçmelerine katıldım ve çok beğenildim. Hatta Almanya'daki o seçmelerde Türkiye'den çok sayıda kulübün temsilcisi vardı ve bana transfer tekliflerinde bulundular. Ancak benim için o seçmeler sadece kendimi denemek amacını taşıyordu. O teklifleri görünce "Demek ki ben hâlâ futbol oynayabilirmişim" diye düşündüm, özgüvenimi kazandım ve Belçika'ya döndüm. O sırada bir proje kulübü olarak kurulan ve Premier Lig ekiplerinden Birmingham City'nin pilot takımı olarak planlanan Olympic Charleroi için teklif almıştım. Ben de orada 1 yıl oynayıp kendimi göstermenin doğru olduğunu düşündüm. O dönemde öyle zor günler geçiriyordum ki… Babam bile benimle konuşmuyordu. "21 yaşına geldin, hâlâ bir şey olamadın" diyordu bana… O sırada Olympic Charleroi'nin teklifi telefonla gelince "Hayırdır?" diye sordu. Benimle konuştuğunu görünce sevindim. Teklif aldığımı söyleyince, "Haydi kalk gidelim" dedi. Arabayı da o kullandı. Seçmelerin son yarım saatine yetiştik. Sadece bir sol bek açığı vardı. Ben de seçmede sol bek oynadım, birkaç iyi çıkış yaptım ve beğenilip takıma alındım. Takımın başına da Belçika'nın efsane oyuncularından Polonya asıllı Alexandre Czerniatynski getirilince çok heyecanlandım. Beni de çok tutuyordu. Herşey iyi giderken maddi kriz başladı. İngilizler kulüpten desteğini çekince üç ay boyunca maaşlarımızı alamadık. Czerniatynski bana başka bir takıma giderse beni de yanında götüreceğini söylüyordu fakat bu sırada Almanya'daki Sivasspor seçmelerinde tanıştığım Şevki Pehlivan devreye girdi ve "Bırak şu Avrupa inadını hadi seni Türkiye'ye götüreyim" dedi ve Çaykur Rizespor'u önerdi.

O transfer nasıl gerçekleşti peki?

Takım o sırada PTT 1. Lig'de şampiyonluğa oynuyordu. Türkiye'ye geldim ve bir süre bekledikten sonra transferin son gününde FreddyAdu ile birlikte imza attım. Şevki abi beni "Bir alana bir bedava" gibilerinden Adu'nun yanına sıkıştırmış (gülüyor). Promosyon gibi transfer oldum yani Çaykur Rizespor'a. Ama bir baktım takım 30 kişi. Mehmet Yozgatlı'lar, Koray Avcı'lar oynuyor. Sadece ilk geldiğimde bir kez kadroya girdim bir daha da kimse yüzüme bakmadı. O da şöyle oldu… Takımın hocası Ümit Kayıhan'dı. Gelir gelmez çıktığım ilk idmanda, diğerlerinden birkaç kat fazla performans gösterince beni maç kadrosuna dâhil etti. Ama sonrasında "3. Lig oyuncusu nasıl olur da 1. Lig'de oynayabilir. Adu bile oynamazken bu çocuk mu oynayacak" gibi lâflar edilmiş. Sonuçta Çaykur Rizespor'da yarım sezonu sadece idmanlara çıkarak geçirdim. Sezon bitti, takımın başına Hüseyin Kalpar geldi. Yeni bir ümide kapıldım ama Hüseyin Kalpar beni ikinci kampa almayınca, "Türkiye defterin kapandı Erdem, yürü bakalım yeniden Belçika'ya" dedim kendi kendime.

Yeniden 3. Lig'e mi döndün yani?

Eski hocam Alexandre Czerniatynski'yiarayıp "Hocam burada hiç oynayamadım, beni tekrar ister misin?" diye sordum. "Gel ama parayı ödeyemediğimiz için oyunculara lisans çıkartamadık" cevabını verdi. Yine de gittim. Hiç değilse antrenmanlara çıkıp formumu korurum diye düşündüm. İlk antrenmanın ardından Czerniatynski bana "Türkiye'de yattın herhalde, çok şey kaybetmişsin" dedi.

Yani Belçika'daki 3. Lig takımının yaptığı antrenmanın Türkiye'de bir 1. Lig takımının yaptığı idmandan daha kaliteli olduğunu mu söylüyorsun?

Evet, öyle…Bence bu da antrenör farkından kaynaklanıyor. Sonuçta Czerniatynski'den bahsediyoruz. Antrenman sistemleri birbirinden çok uzak. Her neyse, bir maçlık lisansımız çıktı ve ilk maçta stoper olarak oynadım. O gün Verviers'i 2-0 yendik. Ama sonra lisanslar yeniden iptal olunca her maçı oynamadan hükmen yenik tamamlamış sayıldık. Bu durumda kulüpten ayrılma hakkımız da doğdu ve Verviers de beni istedi. Stoper olarak Verviers'e gittim ve devre arasına kadar oynadım. O sırada Sancaktepe'den teklif aldım. Artık babama yük olmayayım diye Sancaktepe'nin teklifini kabul edip 3. Lig'e bile gitmeye razıydım. Ancak başlangıçta konuştuğumuz parayı sürekli indirmemi istiyorlardı. Öyle ki dörtte bire kadar indirimi bile kabul ettim. Ama sonra bana verecekleri parayla iki oyuncu transfer edip benden vazgeçtiklerini söylediler. İşte o anda yıkıldım. "Benden artık futbolcu olmaz" deyip çantamı balkondan fırlattım. 3. Lig'e bile transfer olamıyorsam artık futbolu bırakacaktım.

Ama bir şey oldu ve bırakmadın…

Bir menajer abim aradı ve "Giresunspor yeni bir kadro oluşturuyor, uçağa binip hemen gel" dedi. Sokağa çıkıp çantamı topladım, ilk uçakla Türkiye'ye geldim ve Giresun'a gittim. Fakat yurtdışı transfer olduğum için işlemlerin FIFA üzerinden yapılması gerekiyordu. Bir internet kafeye gittim, FIFA'nın sistemine girip transferimi kendi kendime yaptım. Transferin son günüydü ve o internet kafe kapalı olsaydı herhalde bugün Erdem Şen diye bir futbolcu olmayacaktı. İlk iki haftada hocamız Bahri Kaya'ydı, onun ardından Erhan Altın geldi. Benimle ilk konuşmasında, "İdmanlardaki temponu çok beğeniyorum, ilk maçta oynayacaksın" dedi ama aradan 9 hafta geçtiği halde henüz hiçbir maça çıkamamıştım. Hatta kadroya bile giremiyordum. Yine de sezon sonuna kadar bir ümitle beklemeye karar verdim. Son 5-6 maç kala orta sahadan bir oyuncu kadro dışı kaldı, iki oyuncu da cezalı duruma düştü ama hoca yine beni değil de Fenerbahçe'den kiralık gelen bir sol açığı orta saha oynatacaktı.

O kadar gözden ve gönülden ıraktın yani…

Kendi kendime, "Adamlar beni hiçe sayıyor" diye düşündüm tabiî… Maçımız da Kartal'la ve adeta bir ölüm-kalım mücadelesi… Eğer kazanırsak son haftalar için kümede kalma umudumuz olacak. Bu arada takımın usta oyuncularından stoper Volkan Koçaloğlu, hocaya, sol açık arkadaş için "Hocam onunla olmaz, önümüzde sağlam bir orta saha oyuncusu oynamalı, şunu alın" dedi. Düşünün yani, o sırada adımı bile bilmiyor, "Şunu alın" diyor. Mahalle çocuğu gibi yeleği aldım, antrenman maçında orta sahada oynadım ve maça da benim çıkmama karar verildi.

Türkiye'deki ilk maçın senin açından nasıl geçti?

İlk defa o kadar seyircinin önünde oynuyordum ve heyecanlanmamaya çalışıyordum. Basit oynuyor, topu kazanıp yanımdakine veriyordum. Orta sahadaki partnerim de Alman menşeli Cem Karahan'dı. 30'lu dakikalarda bir sarı kart gördü. "Aman abi dikkat et, Berlin duvarını yıkmayalım. İlk maçımda beni yalnız bırakma, bu yükü tek başıma kaldıramam" dedim. Bu arada golü de atıp 1-0 öne geçtik. Soyunma odasına gittik, herkes terli formalarını değiştirdi. Malzemeci abimiz geldi, "Erdem formanı ver" dedi. Oynayacağımı kimse tahmin etmediği için yedek formam yok. O da formamı alıp saç kurutma makinesiyle kurutmaya çalıştı. İkinci yarıya yarı ıslak forma üzerimde, titreye titreye çıktım. 50'li dakikaların ortasında Cem abi ikinci sarıyı da görüp oyundan atılınca orta sahada yalnız kaldım. Rakip vızır vızır üzerimize geliyor. Son dakikalarda bir kontratakta topla çıktım ve bir faulle yerde kaldım. İlk defa yerde yatmayı da o maçta öğrendim. Kalkmak üzere hamle yaptığımda, kulübeden herkes bana "Yaaat" diye bağırıyor. Ben de yattım, bir-kaç dakikayı öyle kazandık ve maçtan da 1-0 galip ayrıldık. O maçla ilgili asla unutamayacağım bir de hatıram var. Bitiş düdüğünün ardından, o maçta oynamayan orta saha oyuncusu Ali Zorlu beni sırtında soyunma odasına taşıdı. Forma için rekabet etmemize rağmen alın terimin hakkını veren bu davranışı asla unutamamam. Bu hareket kendime olan güvenimi geri getirdi ve kendi kendime "Ben artık burada futbol oynarım" dedim.

Galiba senin dönüm noktan da o maç oldu…

Soyunma odasından beni sahaya geri çağırdılar. Seyirciler beni istemiş. Tribüne gittim. Amigo, "Adın ne kardeş?" diye sordu. Üç aydır oradayım ama seyirci bile adımı bilmiyor. "Erdem" dedim. Amigo da tribünleri "Erdem, Erdem" diye bağırttı. Yeniden soyunma odasına döndüğümüzde Erhan Hoca, "Bu çocuğun çalışkanlığını antrenmanlarda görüyordum ama elimde ne videosu ne de CD'si vardı. Erdem hakkını helâl et" dedi. Şoke oldum, "Estağfurullah hocam" dedim. "Oğlum bu saatten sonra hiç merak etme, aslanlar gibi formayı aldın" dedi. Bu arada takımdaki abiler beni kutlamak için kafama vuruyordu. Son beş maçta full oynadım ama 10 puan çıkarmamıza rağmen küme düştük.

Ama sen Samsunspor'a transfer oldun ve 1. Lig'de kaldın.

Erhan Hoca artık benim nasıl bir oyuncu olduğumu biliyordu ve Samsunspor'a gidince beni de götürdü. Giresunspor'daki motivasyonumla iyi bir başlangıç yaptım. İkinci maçımızı Göztepe ile deplasmanda oynadık. Rakibimin hocası da beni Çaykur Rizespor'da istemeyen Hüseyin Kalpar'dı. O maçı 89. dakikada attığımız golle kazandık ve asisti de ben yaptım. Ancak 12 haftada 9 kez berabere kalınca Erhan Altın ayrıldı ve takımın başına Besim Durmuş geldi. Benim Türkiye'deki ilk maçım olan Kartalspor karşılaşmasında rakibin hocası olan Besim Durmuş… Beni tanıyan bir hoca olduğu için çok sevindim ama umduğum gibi olmadı. İlk maçta bana yer verdikten sonra son 4 haftaya kadar bir daha ilk on birde oynatmadı. Takım küme düşmek üzereydi. Son dört maçta ilk on birde oynadım ve ligde kaldık. Sezon sonunda Besim Hoca gitti, yerine Hüseyin Kalpar geldi.

Senin için zor olmalı… Çünkü Hüseyin Hoca, Çaykur Rizespor'dayken seni tutmamıştı…

Hüseyin Hocanın takımın başına geleceğini öğrenince ben de "Eyvah" dedim içimden. İlk buluşmamızda bana "Bu sezon beraberiz" deyince, "İnşallah hocam" cevabını verdim (gülüyor). İlk maçtan itibaren bana sürekli ilk on birde şans verdi. Ben de oldukça iyi bir performans gösterdim ve devre arasında Gaziantepspor'dan transfer teklifi aldım.

Yani Süper Lig'e ve Gaziantepspor'a yarım sezon önce gelme ihtimalin vardı…

Evet. Ancak Samsunspor yönetimi bu transfere izin vermedi. Dört ay sonra bedavaya gitmeyeyim diye sözleşmemi uzatmak istediler. Ben sözleşme imzalamaya yanaşmayınca 1 ay boyunca oynatmadılar. Kadro dışı kalmadım ama oynatılmadım da. Bana en çok koyan ise play-off maçlarında oynatılmamak oldu. Hangi oyuncu o platformda oynamak istemez ki… Sonuçta Gaziantepspor'a gelişim yarım sezon gecikti ve ben o yarım sezonu da düzenli oynayamadığım için kaybettim.

Gaziantepspor'da da sezon başında pek tercih edilmemiştin ama ilerleyen haftalarda vazgeçilmez bir oyuncuya dönüştün. Bu gelişmeyi anlatır mısın?

Aslında Sivasspor'u deplasmanda yendiğimiz ilk maça Okan Buruk Hocam bana on birde şans vermişti ancak beklediğimin çok altında performans gösterdim. Çünkü Samsunspor'da son üç ayda neredeyse hiç maça çıkmamıştım. Bu da beni geri götürmüştü. Doğal olarak Okan Hocamız da beni daha sonraki maçlarda oynatmadı. Hatta 18 kişilik kadroya bile giremedim. Bu iki aylık süreçte pes etmedim çünkü zaten anlattığım gibi o güne kadar ne badireler atlatmıştım. Çok çalıştım ve Trabzonspor maçında tekrar gelen şansı iyi değerlendirdim. Deplasmanda 4-4 biten maçta bir golü de ben attım ve ondan sonra da sürekli oynamaya başladım. Baştan beri bana inanan insanları da mahcup etmemiş oldum.

Belçika'da eğitim hayatını nereye kadar sürdürdün?

Belçikalıların gittiği okuldan atıldıktan sonra Türklerin ağırlıkta olduğu bir okula devam ettim. Babam da bir mesleğim olmasını istediği için okumam konusunda beni teşvik ediyordu. Hesabım iyi olduğu için muhasebe bölümüne devam ettim ve mezun oldum.

Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı?

Çaykur Rizespor'a transfer olurken beni buraya getiren Şevki Pehlivan bana hangi orta saha oyuncusu gibi olmak istediğimi sormuş, ben de "Pirlo" cevabını vermiştim. O da bana "Pirlo da kim?" demişti. O zaman Türkiye'de futbola başka türlü bakıldığını anlamıştım. Bana göre Pirlo dünyanın en iyi orta saha oyuncusu. Basit ama müthiş efektif oynuyor. Burada ise insanlar topla kendini süsleyen oyuncuları beğeniyor. Bence Pirlo'nun oynadığı bir maçla Pirlo'nun olmadığı bir maçın arasında büyük fark var. İnşallah ben de ona biraz olsun yaklaşabilen bir oyuncu olabilirim.

Ön libero oynayan oyuncunun hangi özelliklere sahip olması gerekiyor?

Futbola forvet olarak başlamıştım. Santrfor oynadım. Sonra 10 numara, 8 numara, 6 numara ve stoper oynadım. Sağ bek ve sol bek olarak da görev yaptım. Zaten Gaziantepspor'a geldiğimde de Okan Hocama kaleci hariç her bölgede oynayabileceğimi söylemiştim. Dolayısıyla çok yönlü bir oyuncu olduğumu düşünüyorum ve ön libero oynarken de bu avantajımı kullanıyorum. Savunmacı özelliklerine de hücumcu özelliklerine de sahip olmanın bana önemli bir artı getirdiğini düşünüyorum.

Sana Süper Lig'de oynama şansını veren Okan Buruk'la ilişkilerine gelelim...

Yakın dönemin yıldız oyuncularından biri olarak futbolcuları çok iyi anlayan bir teknik adam Okan Buruk. Ne düşündüğümüzü, ne hissettiğimizi çok iyi biliyor. Onu son derece ileri görüşlü ve modern bir teknik adam olarak görüyorum. Hem antrenman metotları hem futbolcusuyla olan ilişkileri hem de taktiksel anlayışıyla Okan Buruk'u velinimet olarak değerlendiriyorum. Türkiye'ye geldiğimden bugüne en ağır antrenmanları Okan Buruk'la yaptım ama çok şükür hiçbir sakatlık yaşamadığım gibi kendimi çok formda hissediyorum. Evet, zaman zaman gerçekten de çok yoruluyoruz ama bu yorgunluğun işimizin gereği olduğunu da biliyoruz.

Okan Buruk'un senden beklentileri neler? Oyun içinde neler yapmanı istiyor?

İlk maça çıkmadan önce hocanın yardımcısı benimle konuşmuş ve "Topa fazla dokunma, görevini yap, topu kazan, yanındakine ver" demişti. Chico ile yan yana oynadığım için pas trafiğini yönetme işi ona verilmiş, benimse bir anlamda rakibin oyununu bozmam ve top kazanmam istenmişti. Dolayısıyla oynadığım ilk maçlar sadece mücadeleyle geçti. Oyuncunun kendini kabullendirme sürecinde bunları yaşaması da normal. Başta kendimi biraz kısıtlanmış hissettim ama Trabzonspor maçında o golü attıktan sonra kendime güvenim arttı. Şimdi pas trafiğine daha fazla katılıyorum, topla daha fazla sorumluluk alabiliyorum. Benim kapasitemi bilenler dışarıdan "Kendini biraz daha göster, topla biraz daha fazla oyna" diyor ama ben onların değil, hocamın ne istediğine bakarım. Sonuçta beni oynatan dışarıdakiler değil, hoca. Basit oynamamı istiyorsa basit oynarım. İnsanların da beni verilen görevi nasıl yaptığımla değerlendirmesi gerekir ama Türkiye'de anlayış farklı.

Kendinde eksik gördüğün yönler var mı?

Zaman zaman kendime aşırı güvenim nedeniyle topla fazla oynuyorum ve bu da hocamın hiç hoşuna gitmiyor. Haklı da… Çünkü oynadığım bölge çok riskli ve top kaybına tahammülü yok. Ama ben futbol oynamayı çok seviyorum ve yapabileceklerimi de biliyorum. Sezon başında bunun acısını çektim diyebilirim. Kendimi bir an önce gösterebilme hevesiyle topla fazla oynamak bana pahalıya mâloldu. Bu yüzden iki ay kenarda bekleyip adeta sıfırdan başlamak zorunda kaldım.

Orta sahadaki partnerin Chico da sezonun ilk bölümünde dikkat çeken oyuncularından birisi ve onunla göstereceğin uyum senin de performansını direkt etkileyen bir faktör. Nasıl bir ikili olduğunuzu düşünüyorsun?

Bence birbirimizi iyi tamamlıyoruz. Onun sol ayağı güçlü, benim sağ ayağım. Chico iyi bir futbolcu, kumaşı oldukça kaliteli. İkimizin de İngilizce bilmesi anlaşmamızı daha da kolaylaştırıyor.

Türkiye'de genç oyunculara yeterince sorumluluk verildiğini düşünüyor musun?

Burada birkaç yılda edindiğim tecrübeyle gördüğüm kadarıyla maalesef genç oyunculara koşmak, mücadele etmek, rakibi bozmak gibi görevler veriliyor. Pas trafiğini yönetmek, oyunu yönlendirmek gibi işler ise tecrübeli oyunculara bırakılıyor. Bazı durumlarda bu görüşe katılabilirim. Ama eğer genç oyuncuda o yetenek varsa, köreltilmemeli. Erken yaşta üstleneceği sorumluluk genç oyuncuyu daha çabuk olgunlaştırabilir ve o oyuncudan daha uzun yıllar üst düzeyde verim almanız sağlanabilir.

Takım içinde profesyonelliğini beğendiğin, örnek aldığın oyuncular var mı?

Elyasa abi var. Profesyonelliğiyle de kaptanlığıyla tam bir lider. Şöyle söyleyeyim, onu görmek bile beni mutlu etmeye, yüzümü güldürmeye yetiyor.

Türkiye'de beğendiğin ön liberolar var mı?

Samsunspor'da oynarken bana "1. Lig'in Selçuk İnan'ı" diyorlardı. Dolayısıyla Selçuk İnan'ı beğeniyorum ama artık birilerine benzetilmek ve onun adıyla anılmak değil, Erdem Şen olarak bilinmek istiyorum.

Gaziantepspor'un ilk yarı performansını nasıl değerlendiriyorsun?

Bence çok iyi bir dönem geçirdik. Yenildiğimiz maçlarda bile rakiplerimizin altında futbol oynamadık. Çok küçük detaylarla maç kaybettik ve aslında oynadığımız her maçı da kazanabilirdik. Dolayısıyla takımdaki bütün oyuncular şunu biliyor, "Biz bu ligdeki her takımı yenebilecek kapasitedeyiz." Önümüzdeki maçlarda yapmamız gereken şey, mücadele gücümüzü kaybetmeden çalışmaya devam etmek. Zaten Gaziantepspor'un özelliği bireysel yeteneklerle sonuç almak değil, takım hâlinde bir şeyleri başarmak. En büyük silahımızın takım olabilmek olduğunu düşünüyorum.

Takım olabilmek önemli elbette ama bazı oyuncuların varlığı da takımın performansını yükseltebiliyor. Mesela Gaziantepspor'da Muhammet Demir böyle bir oyuncu değil mi?

Muhammet'in maşallahı var. Bence bunu da yeteneklerinin yanında çok genç yaşta kendisine güvenilmesine, şans verilmesine borçlu. Bu sayede büyük bir özgüvenle oynayabiliyor ve yeteneklerini de daha kolay sergileyebilme imkânı buluyor. Diğer yetenekli genç oyunculara da Muhammet iyi bir örnek. Takım içindeki etkisine gelirsek, oynamadığı maçlarda gol atmakta çektiğimiz zorluk zaten her şeyi anlatıyor. Sadece attığı gollerle değil ön alanda topu tutuşu, taşıyışı ve arkadaşlarına servis edişiyle de çok klas bir oyuncu Muhammet Demir.

Şampiyonluk yarışında hangi takımı şanslı görüyorsun?

Ben Beşiktaş'ın futbolunu çok beğeniyorum. Üç kulvarda verdikleri mücadeleye de saygı duyuyorum. Benim gördüğüm kadarıyla her rakibe karşı farklı tedbirler alıyorlar. Bu da hocalarının analiz gücünü gösteriyor. En önemli özelliklerinden birisi de topu kaybettikleri anda yaptıkları pres. Bu zaten rakiplerini bitiriyor. Tabiî bunu sağlayabilmek için de fizik güçlerinin çok yüksek olması gerekiyor ki, bu da bir teknik adam başarısı.

Bundan sonrası için kendine nasıl hedefler çiziyorsun?

Benim futbola başlama ve oynamayı sürdürme sebebim bir gün Millî Takım formasını giyebilmekti. Hâlâ o hayalimin peşinden koşuyorum. Bir gün Millî Takım formasını giyebilirsem bugüne kadar futbol kariyerimde yaşadığım şanssızlıklara uğramadan uzun yıllar o formayı üzerimde taşımak istiyorum. 2002'de Millî Takımımız dünya üçüncüsü olduğunda 13 yaşında bir çocuktum. Brezilya ile oynadığımız ilk maçta Hasan Şaş golü atınca kutlama yapmak için sınıftan çıkmıştım. Gerçi maçı kaybedince başım önde yine sınıfa dönmüştüm ama dünya üçüncülüğünün yaşattığı coşku bambaşkaydı. 2008 Avrupa Şampiyonası sırasında ise yaşım daha büyüktü ve İsviçre maçında Arda Turan'ın son dakikada attığı golün ardından Belçika'da TIR'larla trafiği alt üst etmiştik. O günlerde bir taraftar olarak yaşadığım bu coşkuları ben de Millî Takım formasıyla insanlara tattırmak istiyorum.

TFF'nin yabancı sayısıyla ilgili yeni kararını nasıl değerlendiriyorsun?

Benim hayallerimi etkilemesin de ne olursa olsun. Aslında bu konu ormandaki bir ağaç sadece. Bugün kulüpleri en çok borca sokan faktörlerin başında yabancı oyuncu transferleri geliyor. Umarım yabancı oyuncu sayısının artması kulüplerin borçlarını katlamaz. Bir yandan da bu kararla yerli oyuncuların rekabet sayesinde kendisini geliştireceği savunuluyor. Ama bence bu bir karakter meselesi. Yani 14 yabancı geldiğinde yerli oyuncu karakterini değiştirip rekabet için mesleğine daha fazla mı önem verecek? Bence bu problem eğitimle çözülebilir. Siz altyapıdaki oyuncunuza mesleğine saygı duymayı, kendisini geliştirmeyi öğretirseniz, o oyuncu da kendisine doğru rotalar çizmesini bilir.

Futbolun dışındaki hayatında neler var? Oyuncular genellikle playstation oynar, sen de öyle misin?

Benim playstation oynayacak vaktim yok. Bu dünyada yardıma muhtaç ne kadar insan varsa, ben onlardan kaçına elimi uzatabilirim derdindeyim. Kime, nasıl, hangi çapta yardım edebilirimin peşindeyim. Bunu "Hesap numarasını alayım, para göndereyim" anlamında söylemiyorum. İnsanların derdine derman olmak istiyorum… Çok şükür Samsun'da gücüm yettiğince kendi başıma, gücüm yetmediğinde takım arkadaşlarımı da bu hayrın içine katarak muhtaç insanlara el uzatmaya çalıştım. Huzurevinde kalanlara, ağır hasta olup da tedavisi için para bulamayanlara, evladını iyileştirebilmek için elinde ne varsa satanlara ulaşmaya, destek olmaya uğraştım. Bizim bir tek maç primimizin bile o insanlar için ne anlama geldiğini bilerek yaşıyorum.